Kendimi tam anlamıyla toparlayamadım. Fakat en azından bazı şeyleri yapacak kadar toparlamıştım bu zamana kadar. Bazı şeyleri kendime yasak etmiştim. Aşk bana alerji olduğum karabiber gibiydi, aşık olduğum gibi hastalanıyordu ruhum. Mutluluk ise milli piyango bileti almadığı halde milli piyango çıkan kişi kadar imkansızdı. Başka bir erkek ise dünya ile güneş arasındaki mesafe gibi uzak olacaktı. Bana yaklaştığı anda onları nefretimle yakıyordum. İşte bu yüzden yalnızım. Benim tek iyi anlaştığım şey yalnızlık. Yalnızlığa o kadar alıştım ki birilerini istemiyordum belkide.
Sabahın bilmem kaçı telefonumun zil sesini bütün odayı bulup yankı yapmasıyla uyandım. Ahh ne güzel bir güne başlama ama! Telefonu elime alıp kimin aradığı bakmadan cevaplamaya bastım.
"Günaydın, kızım" sabahın ilk saatleri annemin sesini duymayı beklemiyordum. Annemle her gün gibi konuşurduk ama daha çok akşam üstleri, işten dönerkendi.
"Günaydın, anne. Bir şey mi oldu?" merakım tavan yapmış sorarken, onun neşeli sesi ile biraz olsun endişe kırıntıları yok olmaya başlamıştı.
"Elimde davetiyeler var, bil bakalım kimin?" annem olmasaydı, 'Müneccim miyim ben?' diyecektim ama anneme sabah sabah saygısızlık yapmak istemiyorum.
"Kimin annecim?" diye sordum.
"Arkadaşın, Ezginin." İçimde ki bütün özlem bir anda gün yüzüne çıkarak, göğsümün üstüne oturdu.
"Tamam anne, işlerim olmazsa gelirim." Diyerek hemen kapattım. Biraz daha konuşursam ağlamaya başlayacaktım.
En yakın arkadaşım Ezgi, evleniyordu. Çok güzel bir haber olmakla beraber, oraya gitme cesaretim de yoktu. Altı yıldır gitmediğim, artık kabus şehir diye adlandırdığım o şehre adım atamazdım. Bütün anılarım gün yüzüne çıkacağını biliyorum. Acılarımı yine hatırlayacak ve fazlasıyla üzülecektim. Ama onu düğün günün de yalnız bırakmakta istemiyordum. Benim en yakın arkadaşlarımdan biri olan Ezgi, her zaman düğün alışverişi veya kuaför gibi düğün hazırlarını birlikte yapacağımıza söz vermiştik ama ben yarı yolda bırakmış, Oğuz'un beni terk ettiği o gece o şehirden kaçmıştım.
Dolabının karşısına geçip bordo rengi dizlerimin bir karış üstünde bir etek ve içine beyaz bir gömlek giydim. Kahvaltı etmeyecektim. Ayakkabılığın önüne geldiğimde siyah yüksek topuk ayakkabılarımı giyip kapıdan çıktım. Arabama atlayıp büroya vardım. Tabi bir yerde durup kahve almayı unutmamıştım. Hande her zamanki yerinde bilgisayarla uğraştığını gördüğümde kahvesini masaya bırakıp "Günaydın" dedim.
Sıcak bir gülümseme ile "ah teşekkür ederim" dedi.
Odama ve masama geçip oturdum. Önümdeki dava dosyalarını inceleyip atmadığım yerlere imzamı atıyordum. Hande kapımı tıklatıp " Pazartesi günü seninle görüşmek isteyen bir beyefendi var, boşanma davası açacakmış" kafamı olumlu anlamda salladığımda anladı ve tekrar kendi bulunduğu yere gitti.
Hande, benim büromda çalışıyordu. Geçen sene Londra'dan döndükten sonra yanıma gelmiş, çalışabileceği konusunda bir konuşma yapmıştı. Bende yaşı ve güler yüzü ile kanım ısınmış, işe almıştım. Daha sonra ise Hanım gibi lakapları bırakıp, ismimizle hitap etmeye başlamıştık ve şimdi bu şehirde sahip olduğum iki arkadaştan biriydi.
Bütün işlerimi bitirdikten sonra evime gittim. Güvenlikli bir sitenin, C apartmanında 4. katında oturuyordum. Yükseklik korkum olduğu için daha yüksekte oturamıyordum.
Direk apartmana girerek asansörü çağardım. Komşularla sadece selamlaşıyordum. Asansörde 7. Katta oturan kemal Beye "Merhaba" diyerek küçük bir tebessüm ettim.
"Merhaba" deyip tebessüm etti. Kemal bey buradaki en iyi kolejlerden birinde İngilizce öğretmenliği yapıyordu. Benim gibi oda yalnız yaşayan bir kişilikti.
Benim olduğum kata geldiğimde tam çıkacakken "Bana gelirseniz çok sevinirim, bir kahve içeriz" dedi. Sarı saçları, biraz kaslı vücudu ve ela gözleri ile yakışıklı bir adamdı. Apartmandan başka bir yerde görmemiştim açıkçası ama kötü bir davranışını da görmemiştim. Eve gidip oturacağıma biraz kafamı dağıtırım amacıyla kabul ettim.
"Eve gideyim, yarım saate gelirim." deyip eve girdim. Altıma siyah bir kot giyip, üstüne de bir tişört geçirdim. Saçlarımı da topladıktan sonra Kemal beyin evine doğru gittim. Zile basarak kapının açılmasını bekledim. Kapının açılması ile siyah eşofman altı ve üstünde kırmızı bir tişört giymiş Kemal bey'i gördüm. Bana şaşkın gözlerle bakıp "Buyur" deyip elinle içerisi gösterdi. Oturma odasına geçip etrafa bakmaya başladım. Yalnız yaşayan bir erkeğe göre fazla düzenli ve temizdi. Beyaz koltuklar, siyah koltuk yastıkları ve siyah televizyon ünitesi ile hayran kalınacak bir evdi. Bakışlarımı Kemal beye çevirdiğimde bana baktığını gördüm. Kaşlarımı çatıp baktığımda neden bana baktığımı sorduğumu anlamış ve söze girmişti.
" Her zaman üstünde etek ve gömlekle gördüğüm için spor bir şekilde farklı geldiniz" deyip gülümsedi.
"Mesleğim gereği resmi giyiniyorum" dedim bende gülümseyerek
" Ben kahve yapayım istersen mutfağa gel, sohbet ederiz" dedi. Kafamı sallayıp onu izleyerek mutfağa gittim. Mutfakta bir erkeğin bakımına göre baya temizdi.
"Haftada bir kadın gelir evi temizler" dediğinde gülümsedim. Yaşı kaçtı tam olarak bilmiyordum. Merak edip sordum.
"Kaç yaşındasınız"
" 29 yaşındayım ama bu gidişle öğrenciler beni erken yaşlandıracak" deyip kahveyi önüme koydu. Karşıma oturup "Sen kaç yaşındasın?" değinde içimde bir burukluk oldu.
"26" deyip gülümsedim.
"Gülmek çok yakışıyor size" dediğinde kahvelerimizi yudumlamaya başlamıştık. Bir şeyler anlatıyordu fakat sadece gülerek geçiştiriyordum.
Gülmek bana yakışıyordu. Bunu kabul ediyordum. Fakat hiçbir zaman içimden gelerek gülümseyemiyordum.
"Ben artık kalksam iyi olacak" dedikten sonra kapıya doğru yürüdüm.
Üzülmüştü sanırım.
"Özür dilerim, İnci."
"Ne için?" deyip gülümsedikten sonra kafasını memnun olmuş gibi sallayıp kapıyı açtı.
"Teşekkür ederim, kahve için."
Kafasını öne geriye sallayarak "Her zaman" dedi.
Anahtarı kapıya takıp kapıyı kitledikten sonra kendimi rahat koltuklara atıp müzik açtım. Cem adrian'ın sesi. Ahh mükemmeliğin ta kendisiydi. Hapörlerden yükselen şarkısı ile ruhumu uçuruyordu sanki.
Bu aciz şarkılar, bu aciz dualar seni geri getirmedi getirmedi getirmedi çocuk!
Dönmedin çocuk!
Bana ne yaptın... Ne yaptın... Ne yaptın... Ne yaptın çocuk!
Bu diziler çalarken yanağımda süzülen gözyaşlarımı fark ettim. Unutmamıştım sadece alışmıştım. Ailemi, arkadaşlarımı, sevdiğim şehri her şeyi göze alarak kaçmıştım. Güzel bir hayat kurmak için. Ahsen olmamak için. Ahsen ismimi kullanmıyordum. İkinci ismim olan İnci' yi kullanıyordum.
Yeni bir hayata başladığımdan beri...
İyi bir avukat olduğumdan beri duygularımı kilitli bir sandığa koydum. Kilit bulunana kadar orada duracak ve duygularım olmadan daha da güçlü bir avukat olacaktım. Gülmeyen yüzüm ve insanlarla pek konuşmadığım için 'çok katı biri' olarak nitelendirildiğimin farkındaydım. Benim için hislerini gösteren savaşa bir adım geride başlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin İzleri
RomanceAhsen geçmişte sevdiği şehri, her daim yanında olan ailesi, kardeşim dediği arkadaşlarını bırakarak kaçmıştır. Her sevdiği şey o şehirde kalırken isminden bile vazgeçmiş ve ikinci ismi olan İnci'yi kullanmaya başlamıştır. İnci Özdemir yıllarca yaln...