Bölüm şarkısı: Hans Zimmer ft. Satellite Empire - Time (The Machinist Remix)
Güneş ışınların girmediği bu odada, saatlerdir karanlıkla debelleşiyordum. Bir ışık veya dayanacak beyaz bir şey yoktu. Gözlerim karanlığın tüm siyahlığını benimsemiş hatta alışmıştı. Rutubet kokulu oda burnumun deliklerini acıtırken, bir an olsun kurtulmak istiyorum. Soğuk beton, kalçamı üşütse de ayakta bekleyemezdim. Yemek veya su ihtiyacımı bile karşılayamazken, ayaklarım beni taşımazdı. Beynimdeki görüntüler kendisini göstermeye başladığında, gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı bile. Onun başka bir vücut ile birleştiğini görmek, vücudumundan derimi ayırmak gibi acıydı. Onu istemezken bile beni kurtarmasını bekliyordum. O başka vücutlar ile beni aldatırken, canım ile ödüyordum geçen zamanları. Ölümü bekliyordum. Benim için gelecekleri, silah veya bıçak ile vücudumdan bir yeri isabet alarak acılı ölümümü bekliyordum.
Vücudumun artık dayanacak gücü bulunmuyordu. İki gündür bir kaç lokma şeyler yemiş, iki şişe su içmiştim. Başımı duvar ile birleştirip, bilemediğim saatleri kovalıyor, aklıma gelen kötü anıları def etmeye çalışıyordum. Güzel anıları hatırlayıp, dayanak arıyordum. Oğuz'un beni kurtarmaya geleceğe beklerken aklıma gelen kötü düşüncelerden biri, benim onu altı yıl beklememdi. Yine geç kalırsa, bu sefer ölü bedenime kavuşursa... Bu dünya bize gülmeyecek kadar pisti.
Kapının geriye kadar açılması ile Taner'in pis ve bir o kadar mide bulandırıcı yüzü göründü. Adamları sandalye koymasını bekleyerek, sandalyeye oturdu.
"Kapıyı kapatın." Adamlar kapıyı kapattığını içimi korku doldu. Üstüm başım yırtıktı. Taner gibi Piç biri ile odada bulanmak dahi kusma istediği barındırıyordu. Üstümdeki bakışları her noktamda gezerken, odadaki ışığı yaktırmayı da ihmal etmemişti. Gözlerim ışığa kavuşması ile yanarken karşımdaki adamın pis yüzü yerine karanlığını seçmeyi isterdim. Pis, hastalıklı, kötü ve sayabileceğim tonlarca kötü lakap varken, yine beni bulmuştu. Türkiye'de sayılı manyaklarını bir mıknatıs gibi kendime çekiyordum. En başta manyak ise Oğuz'du. Levent'in gözleri zaten onun manyak olduğunu bir göstergesi gibi hastalıklı bakıyordu. Ah kesinlikle Taner'e en büyük manyaklardandı. Onları bir kefeye koysam ağırlıkları eşit gelirdi büyük ihtimalle.
"Ne kadar üzücü değil mi?" kendi gibi kötü sesi kulaklarımı doldururken, ellerimi kulağıma götürdüm. "Aldatılmak nasıl bir his? Beni kimse aldatamadı." Kahkahası duvarlarında is ve pislik dolu odada yankılandı. Savunmasız, güçsüz ve aciz bir şekilde duruyordum. Ağzımdan çıkacak bir kelime her şeyi kötüye dönüştürecek cinstendi. Benim ise elimde olan sadece benim yanımda olan bedenimin masumluğu vardı. Bu masumluğu kaybetmek istemiyordum. Oğuz'dan başkasının dokunması cehenemme de yakacakken, beni aldatmış olmasına rağmen bana sahip olabilecek tek insanda oydu. Bedenimi ondan başka kimseye açamaz veya teslim edemezdim. Dudaklarımın mührü onun dudaklarındayken başka bir beden bana haramdı.
"Oğuz Gedik'in geçmişten bir sevgilisini hatırlamış olması ile birlikte bütün adamları karış karış seni aramakta." Sözleri ile kafamı kaldırdım. Gözlerinde gördüğüm doğruluk ile yüzüme bir gülümseme geldi. Beni hatırlamıştı. Küçük, gamzeli Ahsen'i hatırlamıştı. "Ama ne yazık ki buluşmanız biraz zaman alacak." Özlem duygusu bu sefer daha ağır basarak içime oturmuştu. Beni hatırladığında, kollarımı boynunda sarıp, bal dudaklarına öpmeyi planlamıştım. Gülüşerek bir birime neşe saçarak kutlamayı düşünmüştüm. Şimdi ise karanlık, pis bir odanın içinde Taner ile karşı karşıydım. Oğuz ise, Taner'in dediği gibi hatırladıysa, bir sürü kişinin canı yanacak demektir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin İzleri
Storie d'amoreAhsen geçmişte sevdiği şehri, her daim yanında olan ailesi, kardeşim dediği arkadaşlarını bırakarak kaçmıştır. Her sevdiği şey o şehirde kalırken isminden bile vazgeçmiş ve ikinci ismi olan İnci'yi kullanmaya başlamıştır. İnci Özdemir yıllarca yaln...