Askeri araçta özlediği o savrula savrula ettiği yolculukta Cemre çok şey düşünmüştü. Cereni düşünmüştü, Çido'yu düşünmüştü, biraz sonra yüzleşmek zorunda olacağı askerlerini düşünmüştü, Yüzbaşı abisinin ona bakacak olan yeşil gözlerinde ki boşluğu düşündü ve bir kez daha sıkıntıyla iç geçirip elini alnına götürüp ovalamaya başladı. Hastane de bir haftadan bellidir sıkıntıdan ölmek üzereydi. Bunun büyük bölümü Ceren ve Çido'dan oluşurken nasıl birinin gelip de hastane de kendini öldürmeye çalışmadığını merak ediyordu.
Şimdiye kadar örgüt on kere gelip onu öldürmeye çalışmıştı. Ama gelen kimse olmamıştı. O anda alayla güldü. Bu daha çok hırlama gibi çıkmıştı dudaklarından. Çido öyle kolay kolay ölmesine izin verir miydi? Onu bir yılda o kadar iyi tanımıştı ki buna izin vermeyeceğini elbette ki biliyordu.
Çido garip bir kadındı. Onu sokakta normal bir sivilken görse kesinlikle dağdaki teröristlerden birisi diyemezdi. Kumral saçları, tıpkı kendisinin ki gibi mavi gözleri, hafif esmer bir yüzü ve mükemmel bir fiziği vardı. Ayrıca dediğine göre hukuk 3'den de terkti. Zekiydi. Hukuk kazanmak herkesin harcı değildi ama o kendini bu dağlara vermişti. Dağlara verdiği kalmamış birde üstün yetkili komutan olmuştu. Bölge sorumlusuydu ve istediği an istediği zaman istediğini yapabilirdi. Herkes ondan korkuyordu.
Tabi ki dağdayken bizim asker olduğumuz haberi oraya ulaşmış ilk önce esaslı bir işkenceye alınmıştık. Ve maalesef ki onlardan olduğumuzu kendi vatandaşımızın bacağına sıkarak göstermiştik. Bilerek bacaklara sıkmıştık. Yine de sonradan iyi olduklarını öğrenmiştik. Sonuç? Çido'nun iki sağ koluyduk. Çido bizimle yatar, bizimle kalkar, bizimle yemek yer hale gelmişti. Bir nevi onun oradaki dostu olmuştuk.
Ama bir gün... Ceren rapor vermek için telsizi kurmaya gitmişti. Fark ettiler. Bizi duydular ve anladılar onlardan olmadığımızı. Orada o pisliği halledip kaçtık ama peşimize düşmeleri hiç uzun sürmedi. Ceren bir kurşuna denk geldiğinde... Araç Gökkara'nın önünde durduğunda daldığı düşüncelerden sıyrılmaya çalıştı. Sargılı kolunu ovdu ve asker gelip kapısını açınca derin bir nefes alıp indi.
Gözleri arabadan iner inmez hasret kaldığı, her gün gözlerinin önüne getirmeye çalıştığı manzaraya çevrilmişti. Özlemişti. Her şeyiyle. Adım seslerinden sonra ki sessizliği, üzerine nişan alınmış gibi yapışan gözleri ve askerlerinin o tanıdıklığını sırtında hissediyordu. Onlarla şu anda yüzleşmek için doğru zaman değildi ama yavaşça onlara doğru döndü. Başını yerden kaldırdığında ona özlemle, mutlulukla bakan askerlerini gördü. Sinan, Acar, Cesur, Muzo, Şirzat, Behran, Kurtuluş, Mustafa... Hepsi de iyi ve buradaydılar. Ağlayacağını hissediyordu. Askerlerinin ondan bir şeyler beklediği de kesindi. Yine de bu kadar acımasız olamadı. Derin bir nefes alıp seri adımlarla askerlerinin karşısında durdu. Gözlerinde ki komutan bakışının askerleri tarafından nasıl özlendiğini, eksik komutanlarının arkasından nasıl acı çektiklerini ama ellerindeki diğer komutanlarının burada ve sağ salim karşılarında olduğunu bilmeden, kendisine verilen değeri sadece tahmin ederekten geçti askerlerinin karşısına. Bu sırada kapıya çıkan komutanlarını, yeni gelen komutanları ve abisini göz ucuyla görmüştü.
''Merhaba asker!''
Çocukların hepsi içindeki mutluluğu haykırmak istercesine hazır ola geçip selamı aldılar. ''Sağol.''
''Nasılsın asker?''
''Sağol.''
''Bu nasıl karşılama lan. Ben sizi böyle meymenetsiz mi bıraktım.'' diye güldüğünde kendini ilk bırakan Acar oldu tabi ki.
''Komutanım hep Şirzattan oldu bunlar.'' dediğinde Şirzat dişlerinin arasından duyulmayacak bir sesle ''Şirzat siksin seni.'' diye mırıldandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEV ASKER!
Romanceİki genç beden soğuk dağların arasında ki karakolun bahçesinde titremelerine rağmen pes edecek gibi görünmüyordu. Kız ağzından buharlar çıkararak karşısında, en az çevresini saran kayalar, dağlar kadar sert ve dik duran adama baktı, gözlerinin içine...