Günler birbirini kovalamış, yorucu ve zorlu eğitimlerin ardını tekrar zorlu ve yorucu eğitimler almıştı. Cemre kendini mental olarak yarın ki operasyona hazır hissediyordu. Hatta günlerdir aklını kurcalayan tek şey bu operasyondu. Büyük bir operasyon olması yanı sıra uzun zamandır bir operasyon içerisinde bulunmamıştı. Buraya geldi geleli insanların onun psikolojisini toplaması için kendisine süre verdiklerinin farkındaydı. Ayrıca fiziksel olarak da biraz zorlanmıştı en başta. Görevdeyken birçok kilo kaybetmiş, askeriyede alışkın olduğu eğitimler olmadan vücudu biraz paslanmıştı. Birde üzerine o kadar eğitimsizlikten sonra bu kadar spora yüklenmek kendisini biraz yorgun hissettirdiyse de bu duyguyu da atlatmıştı.
Onun dışında kendisini yoran bir şey yoktu. Ah! Nasıl unutabilirdi? Bir de Fırat vardı.
''Bakır gözlü Fırat''
Adamla çekişmeleri tuhaf bir şekilde biraz olsun azalmış ve normal sohbetlerine dönebilmişlerdi. Ancak adam ne zaman yalnız kalsalar Cemre'nin tüm tepesini attırıyor ve en sonunda ayna da kendine baktığında esmer yüzünün kıpkırmızı olduğunu görüyordu. Bazen adamı çok güzel bozuyordu, adam cevap veremiyordu. Ancak diğer bazenlerde de kendisi cevap veremiyordu. Adamla ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Neden böyle olduğunu da bilmiyordu. İlk geldiğinde aralarında bir çekişme geçmiş ve gerisi de pamuk ipliği gibi gelmişti. Cemre bu inatlaşmadan huzursuz olsa da aslında adamın sırf onu utandırmak için söyledikleri hoşuna gidiyordu. Lanet olsun ki evet hoşuna gidiyordu. Aslında kendisini huzursuz eden de buydu. Hoşuna gidiyor olması. Ama yine de burada düşüncelerine bir parantez açıyordu Cemre. Adamın ona arsızca kullandığı kelimeler değildi hoşuna giden. O bakır gözleri bazen kendisine öyle bir bakıyordu ki. Cemre kendini çok değerli bir taş gibi hissediyordu. Ve adam bazen öyle bir ses tonuyla onunla konuşuyordu ki ''okyanus gözlü, menekşe kokulu'' gibi kelimeler Cemre için artık istemese de içinde bazı şeylerin yer değiştirmesine neden oluyordu. Üstelik Cemre adama menekşe çiçeğinin kokusunun olmadığını söylemek istiyor ancak adamın bunu farklı anlamasından korkup her seferinde cümlelerini yutuyordu. Yatağında sıkıntıyla sağ tarafına döndü. Döndüğü gibi de ellerini ranzaya koymuş ve sadece gözlerini gördüğü Mevsim'i fark edince dehşetle ve ufak bir çığlıkla yerinde doğruldu.
Mevsim gözlerini kısmış sinsi sinsi onu izliyordu.
''Mevsim? Manyak mısın kızım? Aklımı çıkarıyordun az daha. Ne yapıyorsun?'' dedi elini kalbinin üzerine götürüp.
Mevsim de doğruldu ve gözlerini sıkıntılı bir hale soktu.
''Uyuyor musun diye bakayım dedim ama sıkıntılı sıkıntılı bir şeyler düşündüğünü fark ettim, onu çözmeye çalışıyordum.'' Dedi. Cemre dik dik arkadaşına baktı.
''Uykun var mı?'' dedi. Mevsim de başını olumsuz anlamda sallayıp omuzlarını silkti. ''Çay?'' dedi Cemre de ranzasından atlayıp. ''Olur.'' Dedi. Cemre hemen odalarında ki küçük ketıla suyu ekleyip sallama çayları hazırlamaya başladı. Su kaynarken üzerlerine parkalarını giyindiler. Cemre sıcak suyu da ekleyip arkadaşına verdi ve birlikte dışarı çıktılar.
Nöbetteki askerlere başlarıyla selam verirken yürüyüp kendi ıssız mekanlarına geçtiler. Burası sessiz sakin karakolda ki az bulunan ağaçlardan birinin altıydı. Toprağa oturup sırtlarını ağaca yasladılar. İkisi de oturduğu yerden dağları izlerken bir süre sessiz kaldılar.
''Cemre? Bana abinle neden tam olarak eskiden kötü olduğunuzu hiç anlatmadın?'' dediğinde Cemre yavaşça arkadaşına döndü. ''Anlatmadım mı farkında değilim.'' Diye mırıldansa da keyfi çoktan kaçmıştı. Yine de Mevsim ona tüm hayatını güvenip anlatmıştı. Onunda anlatmaması için bir nedeni yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEV ASKER!
Romanceİki genç beden soğuk dağların arasında ki karakolun bahçesinde titremelerine rağmen pes edecek gibi görünmüyordu. Kız ağzından buharlar çıkararak karşısında, en az çevresini saran kayalar, dağlar kadar sert ve dik duran adama baktı, gözlerinin içine...