BÖLÜM 2

10 3 0
                                    

Kamyonetten inip ormanlık arazideki iki tepenin ardına gizlendim. Banka yüksek bir tepe de olduğu için bütün şehri rahatlıkla görebiliyordum. Artık kolay kolay kimsenin yaşamadığı gökdelenler karanlıktı. Şehrin bir diğer ucundaki renkli ışıklar ise göz dolduruyordu. Genelde insanlar oraya eğlenmek için giderdi. Para için dövüşen adamlar, kumar mekânları ve hayat kadınları bölgede ahlak kurallarını hiçe sayarak yaşıyorlardı. Bir de uyuşturucu. Burada en çok yaygın olan şeylerden sadece biriydi. Yüzümü ıslatan damlalara aldırış etmeden gökyüzüne bakmaya devam ediyordum. Beklediğim helikopter kuzeybatıdan bize doğru yaklaşırken derin bir nefes alıp soğuk havayı ciğerlerime doldurdum. Helikopterin tam zamanında burada olması iyi bir şeydi. Çünkü bütün plan zamanlamanın doğru olmasına bağlıydı.

Haraç bankalarını soymak imkânsızdı. Ama biz kolayca soyabiliyorduk. Bunu bu kadar kolay yapabilmemizin nedeniyse, ne zaman hareket edeceğimizi iyi bilmemizdi. Helikopter piste indiğinde her şey sadece birkaç dakikalığına kendini durduruyordu. Eğer böyle olmazsa helikopter piste asla iniş yapamaz ya da iniş yapmaya kalkarsa paramparça olurdu. Bizde tam olarak bu boşluktan yararlanıyorduk.

" Hazır olun." diye fısıldadım telsizden diğerlerine. Sonra elimdeki dürbün ile yerlerini doğruladım. Emre gözcü kulesinin hemen aşağısındaki demirlere asılmış tırmanmak için emirlerimi bekliyordu. Umut ise giriş kapısının yüz metre ilerisinde parayı kaçıracağımız eski kamyonette gizleniyordu. Helikopter piste iner inmez hızla hareket edecek ve para çantalarını ortadaki giriş kapısından kaçıracaktık. Ancak bunların hepsini üç dakika gibi kısıtlı bir zamanda yapmamız gerekiyordu. Aksi takdir de üst düzey güvenlik ağı veri tabanını güncelleyecek ve buradan çıkış neredeyse imkânsız olacaktı.

" Beş kişiler. İkisi binanın önünde girişi tutuyor. Diğerleri de pistin yanındaki para çantalarını koruyor."

" Anlaşıldı." diye seslendi Emre telsizin diğer ucundan. Ardından hızla gözcü kulesine tırmanıp, nöbet tutan askeri etkisiz hale getirdi. Şimdi beni koruyabilecek konuma geçmişti.

" Harekete geçiyorum."

Orta giriş kapısı açılır açılmaz koşarak içeri girdim. Birkaç mermi arkamdaki boşlukta kaybolurken iki kurşun koruyucu yeleğime isabet etmişti. Beni izleyen gözcü kulesine öfkeli bir bakış attım. Emre anında önümdeki üç adamı başından vurarak yere düşürdü. Diğer ikisi helikopterin sesinden bir şey duymamıştı. Bu iyiydi. En azından parayı alacak zamanım vardı. Gözlerim kolumdaki geri sayıma kaydı. Çıkmak için yalnızca iki dakikamız kalmıştı. Diğer iki askerin hala yerinde olup olmadığını kontrol etmelerini söyledim.

" Olumsuz. Bölge tamamen temiz."

Emre yanılıyordu. Bölge sandığı kadar temiz değildi. Olamazdı. Silvio parayı kolayca elimize bırakmazdı.

"Yardımın gerekiyor."

Emre elleriyle gözcü kulesinin demirlerinden birine asılarak aşağı kaydı. Sonra temkinli bir şekilde helikoptere doğru koşmaya başladı. Adımları seri ve bir o kadar hızlıydı. Direk yanıma gelmek yerine tüm gücüyle para dolu çantalara doğru koşuyordu. Birden daha önce hiç fark etmediğim bir ayrıntı dikkatimi çekti. Normalde helikopteri süren pilotun bize teslim olması gerekiyordu. Şimdi öyle olmamıştı. Aksine kimse inmek için çabalamıyordu bile. Düşündüğüm şey doğruysa helikopter pilotsuz iniş yapmıştı.

" Çantalara dokunma!" diye bağırdım bütün gücümle.

Sesim boşlukta yankılanırken güneyden bize doğru yaklaşan diğer helikoptere odaklandım. İnişini başka bir yere yapacaktı. Tuzak. Kaşlarımı çattım. Bu beklenmedik. Ama pes etmeye de niyetim yoktu. Emre çantalardan uzaklaşıp orta kapının çıkışına yöneldi. Ben hala içerideydim. Pistin ortasında durmuş sadece düşünüyordum. Başka bir yolu olmalıydı. Buradan eli boş dönemezdim.

" Süre doldu. Çık dışarı!"

Gözlerim kapıda beni bekleyen adama gidip geldi. Sonra inen helikoptere baktım. Helikopterden bir grup asker sırayla kendini araziye atıyordu. Karanlıkta yürüyen gölgeleri görebiliyordum. Fazla zamanımın kalmadığını da biliyordum. Koşarak çantaların yanına gittim. İçlerinden sadece birine tuzak kurulmuştu. Diğer ikisinde bir şey yoktu. Çantalara uzanmak üzereyken askerlerden biri elindeki silahı yüzüme geçirdi. Yüzümü buruşturup elimle elmacık kemiğimin üzerinden akan kanı sildim. Sonra tek hareketle bıçağıyla üzerime doğru koşan adamı yere düşürdüm ve doğrulup bıçağı tam kalbine sapladım. Derin soluk alıp verişlerim daha da hızlanmıştı. Sanki var olan hava bana yetmiyordu. Zar zor yürüyerek çantalara ulaştım ve ikisini alıp çıkış kapısına yöneldim.

Veri tabanı güncellemesini tamamlamıştı ve kapılar birkaç saniye içinde kendilerini yeniden kilitleyeceklerdi. Çantaları Emre'ye doğru fırlattım. Güvenlik duvarı silahlarını çoktan ateşlemişti bile. Burası birazdan cehenneme dönecekti. Koşmaya devam edip kendimi kamyonetin arkasına attım. İki kez aracın üstüne vurup devam etmelerini söyledim. Olay yerinden o kadar hızlı ayrılmıştık ki saniyeler içinde karanlık ormanda bütün izlerimizi kaybettirmiştik.

Aslında bu olay başımıza ilk kez geliyordu. Daha önce hiç çatışmaya girmemiştik. Tek yaptığımız kolayca para çantalarını alıp çıkmak oluyordu. Tabi zamanlamamız doğruysa. Soygunları yapmaya başladığımız ilk günlerde bu aralığı bir türlü tutturamıyorduk. Ya daha önce içeri girmeye çalışıyorduk ya da daha sonra. Bu yüzden bir sürü arkadaşımızı kaybettik. Sonra doğru zaman aralıklarını bulmak için aylarca hiçbir şey yapmadan sabırla bankları izledik. Artık nerede ne olacağını adımız gibi biliyorduk.

" Suratını fena dağıtmış."

Elim yeniden elmacık kemiğimin üstüne gitti. Dişimi sıkarak yaranının açıklığını kontrole ettim. Sonra yeniden camdan dışarıyı izlemeye koyuldum. Dükkânların bazıları yeni yeni açılıyordu. Ufukta gizlenen güneşin çıkmasına yarım saatten az kalmıştı. Ama muhtemelen tepeye çıkmadan yine gri bulutlar üstünü kapatacaktı ve yağmur yağacaktı. Hava neredeyse her gün böyleydi. Burada en az göreceğiniz şeylerden biri güneşin tam tepe de olup bütün sıcaklığını kemiklerinizde hissettirmesi.

Diğer adalardan gelen biri bu sokaklarda gezse bir anormallik göremez. İşte bir hastane, bir lokanta, binalar, arabalar, marketler... Ama bütün bu yerler yönetenlere aitti. Bizler hiçbir şeye sahip değiliz. Sokaklarda özgürce koşuşturan çocuklar yok. Kadınların dışarı çıktığını görmek oldukça zor. Birini sevmek, onunla hayatını birleştirip evlenmek, çocuğunun okula gitmesi. Bunları bu adada yapmak imkansızdı. Ama el altında gezinen silahlar vardı. Sebepsiz bir yere sırf canınız istediği için çekip birini vurabilirsiniz ya da öldürene kadar dövebilirsiniz de. Kadınlara tecavüz ve işkence edebilirsiniz. Kimse size bunu neden yaptığınızı sormaz. Sorgulamaz. Bu yaşadığımız adanın temel kuralı.

Umut kamyoneti eski bir hurdalığa park ettikten sonra hepimiz aşağı inip geri kalan yolu yaya devam ettik. Çantalarla dikkat çekmemek için aydınlanmamış karanlık yolları seçiyorduk. Silvio çoktan paralı askerlerini bizi bulması için sokağa dökmüştü bile. Askerlerin gölgeleri köşedeki caddenin duvarlarını tırmanırken koşarak sahil yoluna ulaşmaya çalıştık. Bir ara bir askeri konvoy önümüzden geçerken az daha yakalanıyorduk. Neyse ki bizi görmediler.

" Geleceğimizi biliyorlardı. Bir süre bankaların yakınından bile geçmesek iyi olur." diye söylendim çok kısık bir ses tonuyla.


 BULANIK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin