COLAN
Dışarıdaki büyük demir kapı ardına kadar açıldı. Kapının ucunu zorda olsa görebiliyorum. Sonra içeri yine siyah pelerinli adamlar girdi. Ama bunlar diğerlerinden çok daha farklı. Kimseye acıyacak bir tip olmadıkları yüzlerinden okunuyor. Emre dizleri üzerinde sürüklenerek çaprazımdaki odaya bir çöp parçası gibi fırlatıldı. Sonra acıyla inledi. Bacağından süzülen yoğun kan dikkatimi çekti. Muhtemelen askerlere karşı koyduğu için yaralanmıştı.
" Bacağını sar. Kemerinle." diye bağırdım. Gözleri benimle buluştuğunda hafif bir şaşkınlığın ardından, neden burada olduğumu şimdi anlıyorum bakışını aldı.
" Beni merak etme. Başımın çaresine bakarım."
Adamlar bize aldırış etmeden yeniden demir kapıyı sürgüleyip dışarı çıktılar. Ben buraya bir asansörle getirilmiştim. Başka bir çıkış olduğunu bilmiyordum. Eğer buradan kurtulabilirsem belki kaçmamız için bir yol bulabilirdim. Ama kapılar elektronik ve ayrıca köşedeki kamera sürekli olarak beni gözlüyordu.
" Neden buradayız?"
Bu güzel bir soruydu. Ama cevabın ne olduğundan emin değildim. Azrailler, Bodolf'u benim öldürdüğümü biliyorlar bu yüzden Eron'u da benim öldürdüğümü düşünüyorlardı. Eron'u ben öldürmemiştim. Silvio öldürmüştü. Bunu bilen tek tanığı –Bodolf'u- öldürdüğüm için kimse bana inanmayacaktı. Silvio bir şekilde benim arkamı kolluyordu. Ama neden? Neden benim arkamı kollasın ki? Düşmanını neden kollarsın? Beni ilk gördüğü yerde öldürmesi gerekiyordu.
" Bodolf'u öldürdüm."
Kelimeler ağzımdan bir defada çıkmıştı. Gözlerim iki oda arasında gidip geldi.
" Senin yüzünden mi buradayız?"
" Üzgünüm."
" Neden tek başına bir şeyler yapmaya kalkıştığını şimdi anlıyorum Colan. İstediğin tek şey övgülerin senin üzerinde toplanması."
" Hayır, bu doğru değil." diye bağırdım. Burada hapis kaldığım ve dostlarıma yardımcı olamadığım için öfkeden köpürmek üzereydim.
" Öyleyse tek başına hareket etmenin sebebi ne? Neden bizi de yanına almadın. Belki o zaman yakalanmazdın ve bizim yerimizi de söylemek zorunda kalmazdın."
" Sizin yerinizi ispiyonlamadım. Bunu asla yapmam. Asla!"
Kapı yeniden açıldığında içeri bu sefer beyaz pelerinli kadın girdi. Ablam. Artık onunla konuşmanın vakti gelmişti. Yanındaki adam odamın kilidini çözerken kadının bakışları bir kez direk gözlerime yöneldi. Sonra aniden geri çekti. Beni tanımış olma ihtimali var mıydı? Bunu bilmiyordum. Ama öğrenecektim. Buradan tek çıkış yolum o olabilirdi.
" Yürü!" diye bağırdı adam. Ardından sırasıyla diğer kapıları açtı. Elimize çelik bir kelepçe geçirdikten sonra bizi geldikleri demir kapıdan dışarı çıkardı. Siyah bir minibüs bizi bekliyordu.
" Binin." diye söylendi.
Sesimizi çıkarmadan denileni yaptık. Minibüs bizi eski bir otelin köşesinde bıraktı. Binanın neredeyse bütün pencereleri kırılmış, etrafı çöplerle dolmuştu. Ama biz binanın içine girmedik. Yine yer altına açılan bir tünelden aşağı indik. İçerideki hava boğucu. Kadın önden yürüyüp başka bir koridora yöneldiğinde biz düz devam ettik. Ardından merdivenleri kullanarak bir alt kattaki koridordan sola döndük. Burası labirent gibi çok karışıktı. Ama nereden geldiğimizi aklımda tutmaya çalıştım. Önümüzde bir tane oda var. Odanın duvarları demir parmaklıklarla çevrilmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULANIK
Science Fiction1 Binanın girişine ulaşmamıza yalnızca birkaç adım kalmıştı. Arwel elindeki silahla rastgele arkamızdaki boşluğa ateş ediyordu. Eva binanın kapısını açtığında hepimiz kendimizi içeri attık. Bembeyaz upuzun koridor tıpkı rüyamda olduğu gibi sonu yokm...