Başımı kaldırıp usulca sessiz sokağı süzdüm. Çatı katlarını, evlerin balkonlarını ve geri kalan bütün ayrıntıları. Birini buraya yalnızca öldürmek için çekerdin. Ama Azrailler beni konuşturmadan asla öldürmezlerdi. Bir şeyler dönüyordu. Bundan emindim. Güneş birkaç gri bulutun arasından süzüldüğünde camlardan yansıyıp gözümü aldı. Şimdi tam tepemizdeydi. Çoktan öğlen olmuştu bile. Batıdaki çatıda bir hareketlenme oldu.
" Gelmeyeceklerse..." dedi Dimitri homurdanarak. Sonra silahın namlusunu bana doğru çevirdi. " Seni öldürmek bana düşer."
" Beni öldürmeni istemezler. Beni sağ istiyorlar."
Dimitri elindeki silahı üzerime doğru sallayarak bağırmaya başladı. Sinirlenmesi iyi bir şey değildi. Düşünmeden hareket etmesi an meselesiydi.
" Anlaşma buydu. Seni onlara teslim edecektim. Sağ ya da ölü."
Dimitri silahı eliyle sıkıca kavrayıp bana doğru çevirdiğinde bir ses boşlukta yankılanarak kayboldu. Yüzüme birkaç damla kan sıçramıştı ama bir şey hissetmiyordum. Gözümü kapatıp açtığımda Dimitri başından vurularak yere düştü.
" Çabuk olun!"
Ses yaşlı bir adama aitti. Neler olduğunu anlayamadan başıma bezden yapılma bir çuval geçirip beni arabanın içine soktular. Bütün bunlar saniyeler içinde olup bitmişti.
" Kimsiniz?" diye bağırdım. Sesim boğuk çıktı. Öfkeden çıldırmak üzereydim.
" Sakin ol." dedi yaşlı adam. Sesindeki sakinlik beni daha çok öfkelendirmişti.
" O zaman başımdaki çuvalı kaldır!"
Boynumda bir sızı hissettim. Muhtemelen bayılmam için şırınga kullanmışlardı. Bir el kafamdaki çuvalı çekip bir köşeye fırlattı. Ama içerisi yine de karanlıktı. Camları filmli bir minibüsün içindeydim. Sonra tanıdık mavi gözlerle karşılaştım. Daphne. Son gördüğüm yüz onunki olmuştu.
Uyandığımda toprak renginde bir odanın içindeydim. Dışarda gök gürlüyor, yağmurun damlaları ince yapılı camı dövüyordu. Bir binanın en üst katındaki dairelerden birindeydik. Ellerim arkamda bağlanmış halde sırt üstü bir koltuğun üzerinde yatıyordum.
" Kimse yok mu?" diye bağırdım olağanca gücümle. Sonra öksürerek doğrulmaya çalıştım. Akşam almam gereken ilaçların hiçbirini almadığım için kendimi güçsüz hissediyordum. Gecenin geç saatleri olduğu kesin. Camın arkasındaki sokaklar tamamen karanlık. Buradan rahatlıkla bütün caddeleri görebiliyordum.
" İyi misin? Al şunu iç."
Daphne elindeki su dolu bardağı bir köşeye bırakıp ellerimi çözdü. Bunu yaptığında boğazından tutup kızı sarsmak istedim. Ama yapmadım. Çünkü onun niyeti asla beni incitmek olmamıştı. Kız cebinde çıkardığı ilaçları avcuma bırakıp gözlerini devirdi.
" Yalancının birisin öyle değil mi? Geçen gün ilaç alacak paran olmadığı için uyuşturucu kullandığını söylemiştin."
" Öyle de. Bu ilaçları sana o veriyor." dedi Daphne hemen arka koltukta oturan yaşlı adamı göstererek.
" O kim?" diye söylendim. Sonra yavaşça doğrulup iğnenin vurulduğu bölgeyi ovaladım.
" Sabırlı ol. Her şeyi öğreneceksin. Daphne ellerini bağla."
Daphne sıcak elleriyle ellerimi kavradığında sesimi çıkarmayıp sessizce kızın ona verilen görevi yapmasını izledim.
" Ben..." dedi adam. Sonra köşedeki gece lambasını açıp sarı ışığın yüzüne vurmasına izin verdi. Işığın aydınlattığı yüzü tanıdığımdan emindim. Ama şimdi çıkaramamıştım. Sonra adamın ensesinden boynuna uzanan dövmeyi gördüm. Uzun saçlı bir kadının dövmesi.
" Ben Bodolf. Ama herkes beni lakabımla tanıyor. Dikiş makinesi."
Öfkeden yüzüm kızardı. Gözlerim alev alev yanıyordu. Daphne bir iç çekip ellerini üstümden çekti. Bakışlarında heyecan kol geziyordu. Nefesimi şiddetle salarken, vücudum gerildi.
" Daphne beni çöz. O bir katil... Daphne!"
" Onu dinlemelisin Colan. Sana anlatacakları var."
" Söyleyeceği hiç bir şey ilgimi çekmiyor. Daphne beni çöz ki onu öldürebileyim."
" Fevri hareket ediyorsun." diye söylendi yaşlı adam.
Şuan da dikiş makinesiyle sohbet ettiğime inanamıyorum. Damarlarımda gezinen kan, aldığım nefes sanki canımı yakıyor, mideme derin bir sancı saplanıyordu. Daphne önümde dikildi. Bakışlarında ısrar vardı.
Herkes sustuğunda yağmurun sesi boş odayı doldurdu.
" Eva'nın babasıyım."
" Bunu biliyorum pislik herif."
Ellerimi çözmek için verdiğim uğraş boştu. Durup nefesimi kontrol etmeye çalıştım.
" Bizi dinlemelisin."
Daphne konuşurken onu dinlemiyordum. Şuan da tek bir kişiye odaklanmıştım. Silvio'nun en yakın dostlarından biri olan Bodolf. Adam yavaşça ayağa kalkıp yanıma doğru yürüdüğünde ister istemez irkildiğimi hissettim. Şimdi onu daha rahat görebiliyordum. Büyük yeşil gözleri vardı ve sarı saçlarının ön kısmı dökülmüştü. Dikkatimi çeken asıl şey ise hasta görünmesiydi. Teni sararmış, gözaltları morlaşmıştı. Üstelik fazlasıyla zayıftı. Kaburgaları giydiği beyaz kazağın altından direk belli oluyordu.
" Panzehri neden kullanmadın?"
İlk sorduğum soru bu oldu.
" Panzehir bu adadaki hiç kimseye verilmedi. Buna biz yönetenlerde dâhil."
Adam köşedeki sandalyeyi çekip tam karşıma oturdu. Gözleri tıpkı Eva'nın gözlerine benziyordu. Daphne elindeki telefona bakarak dışarı çıktı. Nihayet yağmur dindiğinde bulutların arasından görünen dolunay odayı aydınlattı.
" Sormak istediğin her şeyi sorabilirsin?"
" Neden beni kaçırdınız?"
" Kendin gelmeyeceğin için."
" Neden?"
Adam durdu. Bakışlarında tedirginlik vardı. Elleri belimdeki kemere kaydı. Sonra pantolonumun düğmelerini açıp masanın üzerinde duran feneri sağ baldırımın yanına tuttu. Ne yaptığına bir türlü anlam verememiştim. Kaşlarımı çattım. Gözlerimdeki sorgulayan ifadeyi görünce adam güldü.
" Korkma, sana zarar vermeyeceğim."
" Korkmuyorum. Ama sen korkmalısın. Çünkü ellerimi çözmeyi başardığımda köşedeki vitrinin camını kırıp boğazına saplayacağım."
Bodolf bakışlarını vitrinden çekip bana doğrulttu." Senin Silvio olduğundan şüphelenmiştik. Yaptığın onca şey..."
){>'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULANIK
Science Fiction1 Binanın girişine ulaşmamıza yalnızca birkaç adım kalmıştı. Arwel elindeki silahla rastgele arkamızdaki boşluğa ateş ediyordu. Eva binanın kapısını açtığında hepimiz kendimizi içeri attık. Bembeyaz upuzun koridor tıpkı rüyamda olduğu gibi sonu yokm...