COLAN
" Sadece güvendiğin kişiye silahını verip sırtını dönebilirmişsin, diyorlar. Sence bu doğru mu?"
Yerdeki gölge tam aksini gösteriyordu. Arwel silahı kaldırmış ve çoktan bana nişan almıştı. Konuşmaya başladıktan birkaç saniye sonra silahı indirip montunun cebine sakladı. Yanıma geldiğinde sanki hiçbir şey olmamış gibi davrandım. Oysaki beni vurmak üzere olduğunu biliyordum ve bir gün bunu gerçekten yapacaktı. Beni öldüren kişinin o olacağını tanıştığımız gün hissetmiştim. Benim gibi olmak istemiyordu Arwel. Ben olmak istiyordu.
" Evet, elbette doğru. Bana güvenebilirsin."
Başımı salladım.
Marketin arkasına dolanarak depoya ulaştık. Arwel birkaç kez kapıyı tıklattıktan sonra boğazına bir şey takılmış gibi öksürmeye başladı. Sonra tekrar kapıya vurdu. Son vuruşunu ayağıyla yapmıştı. Sanırım bu aralarında anlaştıkları bir tür şifrelemeydi. Kapı gürültüyle açıldığında Eva aynı anda ikimize birden sarıldı. Sonra da Daphne. O yalnızca bana sarılmıştı. Arwel ile sadece selamlaştı.
" Buradan gitmeliyiz."
Caddeye yöneldiğimde diğerleri de arkamdan beni takip ediyordu. Arwel daha hızlı olmamız gerektiğini söyledi. Onun sesini duyduğum zaman boğazıma kadar öfkeyle dolup taşıyordum. Artık emir verme sırası bendeydi.
" Ormanlık arazide bir kulübe var. Orada kimse bizi bulamaz. En azından önümüzdeki birkaç gün için güvenli bir yer."
Tepeyi tırmanırken herkes dediklerimi başıyla onayladı. Eva ilerlemekte güçlük çektiğinde ona yardım elini ilk Arwel uzattı. Bu hareketinin beni deli ettiğini bile bile yapmaya devam ediyordu. Gözlerim bir ara karanlık gözleri itekledi. Arwel surat asarak başka bir yöne baktı. Aramızdaki gerilim gittikçe artıyordu. Eva'nın gelmesiyle işler daha da tuhaflaşmıştı.
" Daha ne kadar var?"
" Birkaç kilometre." diye cevapladım. Gözlerim Arwel'in üzerindeydi. Düşmanımla aynı anda hareket etmem değil, silaha her zaman ondan önce davranmam gerekiyordu.
Birkaç yırtıcı kuş çığlıklar atarak uçurumdan aşağı süzüldü. Etraf karanlıktı ve karanlığı yalnızca buraya gelmeden önce bir dükkândan çaldığım küçük fener aydınlatıyordu. Kuşlar bir kez daha üstümüzden uçtular. Onların da gözleri tıpkı iz sürücü köpekler gibi sarıydı. Koloni tarafından bu atmosfere uygun olarak klinikte yetiştirilen kuşlar serbestçe aramıza salınmıştı. Hepsi de son derece tehlikeyleydi.
" Geldik. Kulübe hemen şurada." dedim çamur birikintisinin üstünden atlayarak. Diğerlerine de atlaması için yardım ettim. Burası adanın en yüksek noktasıydı. Bu kulübeyi Emre ve Umut'la birlikte yapmıştık. Bazı geceler buraya gelir ve sadece düşünürdüm. Silvio'yu, adayı ve geri kalan her şeyi. Şimdiyse bu kulübeye onu devirmek için binbir plan yaptığım adamı getirmiştim.
Kulübeden içeri ilk Arwel girdi. Şaşkın gözlerle etrafı süzerken ben kapıyı ve pencereleri sağlamlaştırıp içeri soğuk girmesini önlemeye çalıştım. Kızlar yorgun oldukları için yer yatağına serildiler. Yakmak için bir şöminemiz vardı. Ama yakmamayı seçtim. Azrailler her yeri gözetliyorlardı. Duman yerimizi belli edebilir. Bu yüzden mumları kullandım. Mumlar havayı yumuşatıp soğuğu kırmamıza yardımcı olacaktır. Elliyi aşkın mum var ve hepsi de yeni.
" Arwel," dedim tok bir ses tonuyla. Sonra gözlerim Eva'nın ela gözleriyle buluştu. Sadece beni izliyordu. " Silaha ihtiyacım var. Bende dursa daha iyi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULANIK
Science Fiction1 Binanın girişine ulaşmamıza yalnızca birkaç adım kalmıştı. Arwel elindeki silahla rastgele arkamızdaki boşluğa ateş ediyordu. Eva binanın kapısını açtığında hepimiz kendimizi içeri attık. Bembeyaz upuzun koridor tıpkı rüyamda olduğu gibi sonu yokm...