Dondum. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Kızın beni tanıması neredeyse imkânsızdı. Bunun bir tür tuzak olabileceğini düşündüm. Ama değildi. Hem ne için bana tuzak kuracaklardı ki? Beni gerçekten bulsalar kafama bir kurşun sıkar, benden kolayca kurtulurlardı.
" Neden bahsettiğini bilmiyorum. Gitsem iyi olacak."
Beni tanıdığı için onu öldürecek değildim bu yüzden arkama bakmadan oradan uzaklaştım. Sığınağa vardığımda hava çoktan aydınlanmıştı. Şelalenin önünde durup bulutların arkasına gizlenen güneşi izledim. Birkaç dakika böyle kaldım. Sonra eski demir raylarını takip ederek tünele ulaştım. Girişteki sarı ışığı söküp yerine soluk beyaz bir lamba takmışlardı. Yürümeye devam ettim. Merdivenlerden aşağı inerken birkaç kişi göz ucuyla beni süzdü. Kimsenin ağzını açıp bir şey söylemeye cesareti yoktu. Acaba arandığımdan haberleri var mı, diye merak ettim.
Odama girdiğimde sırtımı kapıya yaslayıp birkaç kez duvarı yumrukladım. Aynada yansıyan yüzüme kaydı gözlerim. Yansımamdaki adam tıpkı benim gibi giyiniyor, tıpkı benim gibi bakıyordu. Ama yüzü yara ve çürüklerle doluydu. Gözlerim kıpkırmızı olmuştu ve olduğumdan daha solgun görünüyordum. Hastalık vücudumda daha hızlı ilerliyordu. Dolaptaki ilaçlardan birini içtikten birkaç dakika sonra yeniden eski halime dönmüştüm. İyi olan tek şey ilaçların etkisini çok hızlı göstermesiydi.
Çok yorgundum. Üstümdeki kirli kıyafetleri bir köşeye fırlatıp gece takımımı giyindim. Uyumam gerekiyordu. Sırtım tavana dönük yatağa uzandım. Kafamda çok fazla düşünce olduğu için bir türlü uyuyamıyordum. Üstelik içerisi eskisinden daha sıcak olmuştu. Kazağımı çıkarıp yastığımın altına sıkıştırdım. Damarlarımın rengi her geçen gün değişiyor boynuma doğru koyu mavi, mor gölgelerle ilerliyordu. Ölüm beni korkutmuyordu. Her zaman bana en yakın olan şeyin ölüm olduğunu bilerek yaşadım. Göz kapaklarım ağırlaştığında sonunda uykuya yenik düştüm.
Gözlerimi açtığımda kendimi hareket odasında ağırlık çalışırken bulmuştum. Arwel birkaç metre ileride iki gün sonra yapılacak dövüş turnuvası için hazırlanıyordu. Üst üste indirdiği yumruklar sert ve güçlü. Tek bir vuruşla kum torbasını yerinden oynatabiliyordu. Etkileyici. Yine de teknik anlamda zayıftı. Ona ne zaman yardım etmeyi teklif etsem bana küçümseyen bir bakış atıp hemen yanımdan uzaklaşıyordu.
Elimdeki halteri bir kenara bırakıp odanın diğer ucuna doğru yürüdüm. Odanın soyulmuş duvarları beyaz boyayla kapatılmaya çalışılmıştı ve sığınakta hiç pencere olmadığı için havalandırmayı tavanda asılı olan eski pervaneler sağlıyordu.
" Buradasın." diye seslendi Arwel arkamdaki boşluğa bakarak. Ardından yüzüne daha önce hiç görmediğim bir gülümseme yayıldı. Onu gülümseten şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Dönüp arkama baktım. O anda Eva beni görmezden gelerek yanımdan geçti. Sanki odanın içinde gezinen bir hayalettim. Öyle olmadığımı Arwel gözlerini üzerime devirdiğinde anladım.
" Dövüşmek ister misin?" diye sordu Arwel kızı yanından uzaklaştırarak.
" Şimdi mi?"
Sesim boğuk çıkmıştı. Bakışlarım onun değil hemen arkasında duran kızın üzerindeydi.
" Neden olmasın!" diye bağırdı Arwel. Sonra olduğu yerde zıplayarak havaya birkaç tekme savurdu.
" Bunu istemezsin."
" Anladım. Şakşakçıların olmadan gaza gelip birini dövemiyorsun."
Bakışlarımı sertleştirip yanına doğru yürüdüm. Dövüşmek istiyorsa dövüşürdüm. Ringin içine girdiğimde Arwel sırıttı. Gözleri kendinden emin bakıyordu. Ellerimle vücudumu koruyarak rakibimin etrafımda birkaç tur atmasına izin verdim. Ardından üst üste gelen iki yumruğu bloke edip sağ yumruğumu adamın çenesine indirdim. Bir türlü kendimi yeterince dövüşe veremiyordum. Tek yaptığım Eva'ya bakmaktı. Geri kalan zamanda ise üzerime yönelen tekme ve yumruklardan kaçmaya çalışıyordum.
�w
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULANIK
Science Fiction1 Binanın girişine ulaşmamıza yalnızca birkaç adım kalmıştı. Arwel elindeki silahla rastgele arkamızdaki boşluğa ateş ediyordu. Eva binanın kapısını açtığında hepimiz kendimizi içeri attık. Bembeyaz upuzun koridor tıpkı rüyamda olduğu gibi sonu yokm...