" İyi misin? Colan. Gitmemiz gerekiyor." diye bağırdı Arwel. Ne dediğini ancak dudaklarını okuduğum zaman anladım.
Aniden derin bir sessizlik oldu ve binanın arka giriş kapısında bir araç durdu. Yönetenler adına çalışan simsiyah giyinmiş özel askerler araziye dağılırken her birini dikkatle izledim. Aralarında onlardan olmayan bir grup siyah pelerinli askerlerde vardı. Halk arasında onlara Azrail deniliyordu. Ardından durup beyaz pelerinli kadına doğru baktım. Tıpkı ablama benziyordu. Soluk teni, sivri uzun burnu ve kıvırcık bakır rengi saçları vardı. Neredeyse her şeyi aynıydı. Bir tek her zamankinden çok daha farklı bakıyordu. Bakışlarında eskisi gibi sıcaklık ya da merhamet yoktu. Gözleri şimdi daha acımasız ve daha karanlık bakıyordu. Buz gibi bakışlarını emirlerini bekleyen askerlere çevirdi.
" Olamaz." diye söylendim kendi kendime.
" Ne?"
" Bensiz devam etmelisin. Herkesi sığınağa götür. Zamanı geldiğinde yanınıza geleceğim."
Arwel durup sert bir ifadeyle bana doğru baktı. Saçları toz içinde kalmıştı ve gece gibi koyu siyah gözleri açılmış beni izliyordu. Ama yüzünde başka bir şey daha vardı. Benim olmamam sanki ona sıkıntı veriyordu.
" Hadi," dedim. Duraksadı. " Onlar beni istiyor, Arwel. Bu size kaçma fırsatı verir."
" Tamam, umarım ne yaptığını biliyorsundur."
" Gidin!" diye bağırdım diğerlerine de. Ardından bende koşarak ormanlık araziye ulaştım. İçimizden birkaçı yakalanmıştı. Onlar da henüz çaylak olanlardı. Arwel'in çaylakları ne diye buraya getirdiğini bile bilmiyordum. Bu kadar çok kişiyi arkasına takıp bir banka soygunu planlaması başlı başına hataydı.
Yüksek sesli adımlarla koşuyordum.Nihayet askerlerin dikkatini üzerime çekmeyi başarmıştım. Şimdi her biri ormanda benim izimi sürüyordu. Bu diğerlerinin güvenli bir şekilde sığınağa ulaşmasını sağlayacaktı. Böyle olmasını umut ediyordum. Onlara ihtiyacım vardı. Karanlıkta körlemesine ilerlerken bacağımdaki küçük cam parçasını çıkartıp bir köşeye fırlattım. Çok derine girmediği için şanslıydım. Bütün alan askerlerin elindeki fenerle aydınlatılmıştı. Bir süre hareketsiz kalmayı seçtim. Yanımdan geçen bir asker beni fark ettiğinde diğerlerine seslenmesine fırsat vermeden tek hamleyle boynunu kırdım. Gözümü kırpmadan birilerini rahatça öldürebiliyordum ve bu beni rahatsız ediyordu.
Ormanlık araziyi aştığımda artık peşimde kimse yoktu. Yine de saklanacak bir yer arıyordum. Köşedeki çöp yığını içinde kalmış çimlere uzandım. Gökyüzü yine kapalıydı ancak bulutlar ufka doğru giderek açılıyordu. Belki yarın güneşli, güzel bir gün olabilirdi. Aniden bütün boşluğu saran siren sesi irkilmeme neden oldu. Başımı kaldırıp büyük binalar üzerindeki ekranlara baktığımda kendi ismimi gördüm. Yönetenler şimdi de beni arıyordu.Ama ismimin hemen üstündeki fotoğrafım net değildi. Kimse o fotoğrafa bakarak beni tanıyamazdı. Şimdilik güvendeydim. Yeniden bulunduğum pisliğin üzerine uzandım. Kalbimin ritmi sonunda düzene girmişti. Artık derin soluklar alıp vermiyordum. Burada neredeyse görünmezdim.
Birkaç saat uzandıktan sonra kalkıp sokak aralarına karıştım. Dışarısı zifiri karanlık. Çoğu sokak lambası yanmıyor, yananlar ise arada bir gidip birkaç saniye içinde geri geliyordu. Cadde aralarından geçerken birkaç serserinin bana laf attığını duydum ama bir şey söylemedim. Göz ucuyla serserilerin hala bana baktığını görebiliyordum. Yanlarından geçerken istem dışı elim bıçağımın kabzasında ritim tuttu. Omuzlarım dikti ve her an her şeye karşı koyacakmışçasına atik yürüyordum. Aslında çok yorgundum. Bir köşeye uzansam günlerce uyuyabilirdim.
" Dayanıklısın." dedi Damia yanımda yürürken. Yine gerçekte var olmayan şeyler görmeye başlamıştım. Damia'ya gıcık olduğumu belli eden bir bakış attım. Sonra bir süre sessizlik oldu. Kadın başka şey söylememişti. Göğsümden bir öfke yükseldi ve bunun aslında öfkeden çok kırgınlık olduğunufark ettim. Sessizliği bozan ben olmuştum.
" Seni çok özlüyorum anne."
Kelimeler dudaklarımdan bir bir dökülürken kendime hâkim olmaya çalıştım. Dişlerimi sıktım. Gözlerimkoyulaşıp kıpkırmızı olmuştu.
" Bende seni özlüyorum, oğlum."
Damia pamuk gibi yumuşak ellerini solgun yüzüme götürüp eğik olan başımı yukarı kaldırdı.
" Güçlü ol, Colan. Sen çok özelsin."
Kaşlarımı çatıp kadına baktım. Titreyen sokak ışıkları parlak koyu kahverengi saçlarına vuruyordu. Onu son gördüğümde saçları beyazlamıştı ve yüzünde halka halka çizgiler oluşmaya başlamıştı. Ama şimdi tıpkı küçüklüğümdeki gibi genç ve güzeldi. Başım ağrıdı. Hiçbir zaman ayakta kalmak için bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum. Her zaman çok güçlüydüm. Ama şimdi değil. Zayıftım ve acı içimi usulca kemiriyor, sırasıyla bütün hücrelerimi etkisi altına alıyordu.
Yürümeye devam ettim. Damia'nın hayaleti kaybolmuştu ve gecenin sonunda nihayet yalnızdım. Bir yanım onu görmekten mutluluk duyarken diğer yanım gerçek olmadığını söylüyordu. Bu da daha çok üzülmeme neden oluyordu. Artık onu göremeyecektim ya da ona sıkıca sarılamayacaktım.
" Neye ihtiyacın olduğunu biliyorum." dedi ince tında bir ses. Yine hayal gördüğümü sanmıştım. Bu sefer beni rahatsız eden kişinin kim olduğunu öğrenmek için olduğum yerde bir çember çizip dikkatlice bütün boşluğu süzdüm. Ama etrafta kimseler yoktu. Sonra karanlıktan gelen gölgenin sahibine doğru baktım.
Sarı saçlı bir kadın topuklu ayakkabılarını yere vura vura bana doğru yürüyordu. Gözleri açık mavi ve dudakları koyu kırmızıydı. Soluk tenini kapatmak için fazladan allık kullanmıştı. Üstünde de hatlarını tam olarak ortaya çıkaran siyah dar bir elbise vardı. Kadın oldukça çekici görünüyordu. Birkaç saniye boyunca kadını süzdükten sonra yürümeye devam ettim. Bu tip kadınlar insanın başına yalnızca bela getirirdi.
" Ne centilmen ama!" diye söylendi kadın arkamdan. Durdum. Yardıma ihtiyacı varmış gibi görünmüyordu. Ama yine de sormak istedim.
" Sen iyi misin?"
" Önemli değil. Hadi, durma yoluna devam et."
Kadının gerçekten ne istediğini bir türlü anlayamamıştım. Belki de benimle sadece konuşmak istiyordu. Bana ihtiyacı olan birine arkamı dönüp gidemezdim.
" Ne istiyorsun?"
Sesim boşlukta yankılanarak kayboldu. Sonra kadın incecik bacaklarıyla koşarak yanıma geldi. Açık mavi gözlerini devirip bana baktı. Sadece gülümsüyordu. Uzun kirpiklerini birkaç kez kırpıp başını omzuma yasladı.
" Bir arkadaş."
" Üzgünüm, bu ada da arkadaş olacağın son kişi benimdir herhalde. Benden ne kadar uzakta olursan senin için o kadar iyi."
" Biliyorum. Sen şu aranan adamsın. Ama merak etme seni kimselere teslim etmem."
aksiyo>IZ
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULANIK
Science Fiction1 Binanın girişine ulaşmamıza yalnızca birkaç adım kalmıştı. Arwel elindeki silahla rastgele arkamızdaki boşluğa ateş ediyordu. Eva binanın kapısını açtığında hepimiz kendimizi içeri attık. Bembeyaz upuzun koridor tıpkı rüyamda olduğu gibi sonu yokm...