Bölüm 14

168 20 19
                                    

Mısra...

" Bu bir düş değildi evet. Masamda duran menekşe ne kadar gerçekse bu da öyle. Hayallerin bile tutamayacağı bazı dokunuşlar vardır hayatta işte bu da öyle bir şey. Var ile yok arasında ne gezinebilir ki düşlerimde? Korkmuyorum ne tuhaf. Aydınlığın kapanan gözlerinde doğan her karanlıkta bir umut var ve anlamsız bir mutluluk var içimde. Beklemediğim bir anda hayata tutunuşum mu bu yoksa tutunduğumu sandığım bu yeni hayatta beni bekleyen gizli bir sebep mi? Umursamazın biriydim daha düne kadar oysa şimdi öyle çok sorum var ki kendime, içime. Bu ruh haline alışmam zaman alacak evet ve artık zamanımda olduğuna göre. Şimdi değil demiyor muydu içimdeki ses. Bekle, vakti gelecek. Tamam o zaman. Acelem yok, öyle ya henüz başlıyorum yeni hayatıma."

Kusursuz vicdanların bile kör noktaları olurmuş. Kimsenin görmediği karanlıklarmış asıl korkutan insanı ve bir yüze bin bir karakter gizlense de asıl görünen esas kaçtığınmış çok garip. Mısra yeni ruh haline alışmaya çalışırken aslında kendini tanıyordu yeniden. Bu sürpriz ilk gün için biraz fazlaydı doğrusu ve kabullenmek göründüğü kadar kolay olmayacaktı onun için. Yavaşça yanında duran butona bastı. Birkaç dakika sonra bir hasta bakıcı girdi içeriye.

" Buyurun Mısra Hanım, bir şey mi istemiştiniz?"

" Evet. Şey acaba bu çiçeği kim bıraktı biliyor musunuz?"

" Hayır efendim. Görmedim. Aileniz gittikten sonra başka ziyaretçiniz olmadı. Hem ziyaret saati de değil. Belki öncesinde bırakılmıştır belki de gözümüzden kaçmıştır kim bilir."

" Neyse, önemli değil. Bir bardak su alabilir miyim lütfen?"

" Tabii getiriyorum hemen."

Suyunu içtikten sonra yorgunlukla kapanmaya başladı yine, gözleri aynı rüyayı göreceğinden emin ve bir o kadar da müptela.

" Yemyeşil çimenlerin üzerinde koşmak gibisi yok. Hani bulutlara bir dokunup bir uzaklaşırken bildiğim ama içinde olmadığım masallarda gibiyim yine. Upuzun bir çayırın ortasında buluttan eteklerim sandığım şeyler papatyalarmış meğerse. O kadar çoklar ki tüm fallardan arta kalan yapraklarıyla üzerime yağar gibiler. İleride geniş bir orman halı gibi serilmiş önüme. Belli ki karşılamak için hazırlık yapılmış deyip gülüyorum kendime. İlerliyorum. Bu kez sakin ve kendinden emin adımlarla sanki her ayrıntı özümsetiliyor bana. Öylesi büyük bir orman içine gizlenmiş küçücük bir patikayı buluyorum hem de hiç zorlanmadan tuhaf. Ben kendi adresimi bile zor bulmuştum bir keresinde oysa şimdi patikayı bilen bir hafızam var. Ağaçlar boyunlarını büküp selamlar gibi karşılıyorlar beni. Gökyüzü ağaçları aralayıp yüzüme dokunmak istiyor ama olmuyor. Uzunca bir süredir yürüyorum ama yorgun hissetmiyorum kendimi. İşte yine o his. Ayaklarımın altında ezilen çakıl taşları, bembeyaz, tertemiz. Hani üzerine yatsam kimse varlığımı fark etmeyecek öylesi bir saflık yani. Yürüyorum sanki buralara her gün geliyormuşum gibi. İleride yol daralıyor ve gökyüzü beni çağırıyor yavaşça. Işık daha da artıyor. Gözlerim kamaşıyor ve kapatıyorum. Yine o ses kulaklarımda. Aç diyor. Yavaşça aralıyorum gözlerimi ve ezberlediğim o uçurumun başında masmavi denize karşı ilerideki ufuk çizgisine uzanıyor gözlerim. Sadece denize bakan yönüm açık ve berrak geri kalan her yer sis içerisinde. Bu sefer geri çekmiyor hiçbir şey beni. Soluma dönüyorum ve yavaşça ilerliyorum. Nereye gittiğimi bilir gibiyim. Evet işte yine o koku. Yakınlarda bir yerde menekşe olmalı. Önümdeki sis azalmaya başlıyor yavaşça. Yürüdükçe artıyor bu koku ve sis azalıyor tersine. İleride bir şey beliriyor bembeyaz duman içerisinde bu renge uymaya çalışan bembeyaz farklı bir ton ile. Bir ev var evet bir yanıyla denizi selamlayıp diğer yanıyla toprağa sımsıkı tutunan. Önünde yemyeşil bir bahçe uzanıyor denize doğru, rengarenk çiçekler. O kadar güzel ki gerçek olamayacak kadar rüya sanki. Ve işte yine o ses.

Yüreğin Bende KaldıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin