Sesler. İlk algıladığım şey bu oldu. Bir makinenin sanki sorunu varmış gibi durmadan ötmesi, sürekli gelip giden ayak sesleri, kıyafetlerin hışırtısı, bir kalemin kağıtla temas ettiğinde çıkan o ses, fısıldaşmalar, horultular, yudum sesleri, bir şeylerin çarpma sesleri, her şey. Tüm sesler birbirine karışıyor ve ağrılı bir kulak çınlamasına neden oluyordu. Ancak sadece odaklanırsam kimin ne söylediğini, hangi sesin neye ait olduğunu anlayabiliyordum. Gözlerimi açmak istesem de açamıyordum. Göz kapaklarımın üzerine sanki yüzlerce tonluk ağırlık konmuş gibi hissediyordum. Bir süre sonra denemekten vazgeçiyor ve uykuya dalıyordum.
Bu döngü ne zamana kadar devam etti bilmiyordum. Zaman kavramını yitirmiş gibiydim. Uyuyor, uyanıyor ve tekrar uyuyordum. Yine uyandığım bir zamanda bu kez her şey daha netti. Sesler daha anlaşılır geliyor, kokular çok yakından hissediliyordu. Vanilyamsı bir koku burnumu dolduruyor, içime çektikçe çekesim geliyordu. Kokunun kaynağının ne olduğunu görmek için gözlerimi kırpıştırdığımda bu kez rahatça açabildim. İlk birkaç saniye her şey bulanık olsa da zamanla netleşti. İşte o zaman yanımda bir bedenin daha uzandığını fark ettim. Başımı çevirip bedenin sahibine baktığımda önce beyaz yastığa değen simsiyah saçlarını gördüm, ardından da güzel yüzünü. Alper, tam yanımda uyuyordu. Ben yatağın yarısından çoğunu kapladığım için ona küçücük bir alan kalmıştı. Hiç rahat görünmüyordu fakat yüzünde huzurlu bir ifade vardı.
Ona daha fazla yer açmak için kenara çekileceğim sırada koluna çarptım ve uyanmasına neden oldum. Gözlerini açar açmaz yüzündeki huzurlu ifade kayboldu. Önce şaşkınca baksa da bir anda kaşları çatıldı ve yattığı yerden kalktı.
"Uyanmışsın." dedi sanki ne söyleyeceğini bilemiyormuş gibi.
"Evet." Onun bu haline katıla katıla gülmek istesem de kendimi hiç iyi hissetmiyordum.
"Nasılsın?" Gözlerini ovduktan sonra yatağımın köşesine oturdu.
"Bilmiyorum." diye kaçamak bir cevap verdim. Halsiz hissediyordum.
"Burada olmamı istemediğini biliyorum ama iyi olup olmadığından emin olmak istedim."
"Burada olmanı istiyorum." Uzanıp elini tuttum.
Önce ellerimize ardından da yüzüme baktı. "Seni hiç yalnız bırakmamalıydım."
"Ne oldu ?" diye sordum. "En son bir arabanın bana doğru geldiğini hatırlıyorum."
"Beyin sarsıntısı geçirdin, birkaç gündür uyuyordun." Gözlerine hüzünlü bir ifade çöktü.
"Şimdi iyiyim." Gülümsemeye çalıştım.
"Senin hastaneye kaldırıldığını öğrendiğimde..." durdu ve bir süre gözlerimin içine baktı. "Özür dilerim. Seni sevdiğimi hiçbir zaman sana hissettiremediğim için."
"Ben özür dilerim, seni sevdiğim halde terk ettiğim için." Onun bu halini gördükçe pişmanlık duygum biraz daha artıyordu. Gözlerimi kapattım.
Yine zihnimde aynı soru belirmişti. Değer miydi ? Beni yıllarca arayıp sormayan, sevdiğim adamın ailesini yıkan, bizden başka bir ailesi olduğunu daha öğrendiğim bir adam için tüm bunlar değer miydi? Belki de Çağatay haklıydı. Ben ona baba diyordum fakat hiçbir zaman babalık yapmamıştı. Annemin yeni kocası Engin bile beni ondan daha çok düşünmüş, daha çok babalık yapmıştı. O zaman neden o adam için bu kadar üzülüyor, hem kendime hem de Alper'e acı çektiriyordum ? Çünkü kendimi zorunlu hissediyordum. Bunu hiç kimseye itiraf edemesem de Alper'i affedemememin nedenlerinden birisi de kendimi buna zorunlu hissetmemdi. Babam, benden başka bir çocuğu daha olmasına rağmen tüm mirasını bana bırakmış, benden bir şeyler beklediğini açıkça göstermişti. İşte bu yüzden, ben kendimi, yapmayı hiç istemediğim şeyler için zorunlu hissediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TESLİMİYET
Teen Fictionİçimde bir şeylerin yanlış gittiğine dair bir his vardı. Sanki, burada olmamalıydım. Ona güveniyordum, şu anki durumumda güvenmek zorundaydım. Ama o kadar tuhaf davranıyordu ki... Ondan korkmaya başlamıştım. Odanın içinde ellerimi belime koymuş...