GÜZEL BİR GÜN

287 18 3
                                    

Hayaller. Hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildiğim, fakat elime geçen her fırsatta bir noktaya dalıp dalıp kurduğum hayaller. Okulda, bir derste sıkıldığımda başımı sıraya koyup kurduğum, müzik dinleyerek gözlerimi kapattığımda yüzümde bir tebessüm oluşturan hayallerim. Artık hayal kuramıyordum. Zihnimin o bölgesine kara bir bulut çökmüş ve beni engelliyormuş gibi hissediyordum. Çünkü hayal, umut demekti ve ben umudumu yitireli çok olmuştu. Hayatım, rüyamda gördüğüm zifiri karanlığın aynısıydı. Aydınlığın içinde karanlık. Önümü göremiyordum, ileride karşıma ne çıkacak kestiremiyordum. Kontrol elimden alınmış gibi hissediyordum. Hayatıma ben yön veremiyordum. Hayal kuramıyordum, çünkü hayal kurmak hayatlarının kontrolü kendi elinde olan insanlar içindi. Kendi yolunu çizebilen insanlar. Ben o insanlardan değildim, benim hayatıma daha önce hiç tanımadığım bir insan yön veriyordu ve ben kontrolü nasıl elime alacağımı bilmiyordum.

Zihnimin tamamen karanlık içinde kaldığını biliyordum. Bilinçaltımda sadece kötü rüyalarım, korkunç kabuslarım vardı. Bir insan nasıl olur da yakınında bile olmayan birisinin zihnini kontrol edebilirdi? Benim zihnimi üvey kardeşim kontrol ediyordu. Rüyalarım, kabuslarım hep onunla ilgiliydi. Hatta düşüncelerim bile. İşte bu yüzden hayal kuramıyordum. Hayal kurmamı istemiyordu.

Benimle birlikte, iki insanın daha kontrolünü ele almıştı. Güçlü hissediyor muydu? Kontrolün onun elinde olduğunu biliyor muydu? Bildiğini biliyordum. Bizi nasıl kontrol ettiğini uzaktan seyrettiğini hissedebiliyordum ve bundan zevk aldığını, boğuk kahkahasını neredeyse duyabiliyordum. Bize, en azından bana yenilmiş hissettiriyordu. Onu bulamayacağımızı biliyordum. Ne kadar plan yaparsak yapalım, onu bulamayacaktık. Hayalet gibiydi. Her zaman yakınımızda fakat bir o kadar da uzağımızdaydı.

Sanki zihnime ismimi fısıldıyordu. Sesine odaklandım. Bu kez daha net bir biçimde dillendirdi ismimi. Ses tanıdık geliyordu, onu yakınımda hissediyordum. İsmimi tekrar ettiğinde, sesin zihnimden değil de hemen yanımdaki Alper'den geldiğini fark etmem uzun sürmedi. Uykudan uyanmış gibi silkindim ve ona döndüm.

"Kusura bakma, dalmışım."

"Beğendin mi?" diye sorduğunda başımı olumlu anlamda salladım

Hastaneden taburcu olmamın ardından, planımızı uygulamadan önce benimle baş başa zaman geçirmek istediğini söylemişti. Uzun zamandır yalnız olamadığımız için bu fikri memnuniyetle kabul etmiş ve günü, onun ellerine teslim etmiştim. Beni yeni aldığı stüdyo dairesine getirmişti. Nerede olduğumuzun bir önemi yoktu benim için. Onun evinde, parkta, kafede, nerede olursak olalım o yanımda olduğu sürece mutlu hissedecektim. Aşk böyle bir şeydi demek ki. Onun yanındayken zaman ve mekan kavramının hiçbir önemi kalmıyordu.

Dairesinin içi geniş olmakla beraber tam olarak onu yansıtıyordu. Odanın siyah beyaz Türk filmlerinden kalma gibi bir görüntüsü vardı çünkü siyah, beyaz ve grinin dışında hiçbir renk yoktu. Yinede, sadece üç renk kullanılmasına rağmen mükemmel bir uyum yakalanmıştı. Oturmak için koltuklara geçtiğim sırada yatağının yanındaki komodinin üzerindeki fotoğraf dikkatimi çekti. Benim fotoğrafım. Fotoğrafı elime aldığımda, habersiz çekim olduğunu anlamam uzun sürmedi. Okul bahçesinde bir banka oturmuş, bacak bacak üstüne atmış, yan tarafıma bakarak gülüyordum.

"Seninle tanışmadan önce çekmiştim." diye açıklama yaptı Alper.

"O günlerin üzerinden yıllar geçmiş gibi hissediyorum." Fotoğrafı yerine bırakıp ona döndüm.

"Bende." diyerek bana sarıldı. Ben de başımı göğsüne yasladım ve kokusunu içime çektim. O sırada televizyona bağlanmış olan oyun konsolu dikkatimi çekti.

TESLİMİYETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin