Yine o his. Kaybolmuşluk hissi. Küçük bir çocuğun dev alışveriş merkezinde annesinden bir an için uzaklaşması ve geri döndüğünde onu bulamaması gibi. Öyle korkmuş, öyle çaresiz ve öyle kaybolmuş. Her sabah uyandığımda işte tam bu duyguyu hissediyordum. Psikoloğum bunun zamanla geçeceğini söylemişti ama geçtiği falan yoktu. Her gece yatmadan önce hıçkırıklarla ağlıyor, her sabah kaybolmuşluk hissiyle uyanıyordum. Bu biraz daha devam ederse delireceğimi biliyordum. Tabi şimdiye kadar delirmediysem.
Belki delirmek değildi bu, bilmiyorum. Ama artık hiçbir şeyden doğru düzgün zevk alamaz olmuştum. Herkesten uzaklaşmış gibi hissediyordum kendimi. Tek bir kişi dışında. Hala nasıl olur da onun yanındayken huzurlu hissedebilirdim ? Gözlerimin önünde babamı öldüren birisini hala nasıl özleyebilirdim ? Bu bana acı veriyordu. Ona karşı böyle hissettiğimi bilseler kesinlikle deli olduğumu düşünürlerdi. Ama bu elimde olan bir şey değildi ki, kalbime söz geçiremiyordum.
Her sabah olduğu gibi yine sıkıntıyla yatağımdan çıktım. Bugün için herhangi bir planım yoktu. Evde boş boş oturmak yerine dizi izlemenin daha iyi olacağını düşündüğüm için laptoptan Gossip Girl'in 4. sezonunu baştan açtım. Annemin ara sıra gelip beni kontrol etmesi dışında rahat rahat dizimi izliyordum. Art arda sekiz bölüm izledikten sonra gözlerim ağrımaya başladı. Ben de mecburen diziyi kapattım ve bir şeyler atıştırmak için mutfağa gittim. Annem ortalıkta görünmüyordu. Ama bu benim için sorun değildi. Hatta daha iyiydi çünkü bana endişeli gözlerle bakmasına artık tahammülüm kalmamıştı.
Kendime annemin yaptığından bile haberim olmadığı böreğinden koydum. Henüz yemeye başlamıştım ki dış kapı açıldı. Ardından annemin sesini işittim.
"Alaska, biz geldik."
Biz dediğine göre yakında evleneceği adamı da yanında getirmişti. Moralim iyiden iyiye çökerken yüz ifademde bir değişiklik olmaması için çaba harcamam gerekiyordu. Çok geçmeden annem, Engin denen adam ve oğlu Çağatay mutfağa girdi. Annemin elindeki poşetlere bakılırsa yine nikah için alışveriş yapmışlardı.
"Nasılsın Alaska ?" diye soran Engin'e yapmacık bir biçimde gülümsedim.
"İyiyim."
Çağatay'ın yüz ifadesinden sıkılmış olduğunu net bir biçimde görebiliyordum. Babasını çok seviyordu. Bu sevgisi de anneme ve bana katlanmasını sağlıyordu. Onun daha fazla anneme katlanmak zorunda kalmaması için yanına gittim.
"Odama gidelim istersen ?"
Çağatay başını olumlu anlamda sallayıp benden önce odama doğru yöneldi. Peşinden gitmeden son bir kez anneme baktığımda onaylarcasına başını salladı ve bana minnet dolu bir gülümseme gönderdi. Kendisi Çağatay'la anlaşamasa da benim anlaşabilmeme seviniyordu.
Odama gittiğimde Çağatay yatağıma oturmuş telefonuyla ilgileniyordu. Ben de yanına gidip biraz gerisine oturdum.
"Yine tüm mağazayı toplayıp eve getirmişsiniz." Gülmeye çalıştım ama pek becerikli olamadım.
"Annen yüzünden." Gözlerini devirdi.
"Annem hakkında böyle konuşma, eminim senin baban bir şeyler alma konusunda ısrar etmiştir." Klasik konuşmalarımızdan birisini daha yapıyorduk. Ben annemi savunmak için o da babasını savunmak için elinden geleni yapacaktı şimdi.
"Hiç de öyle olmadı, annen sürekli bir yerlere sürükledi bizi." Ona cevap vereceğim sırada telefonumun zil sesini duydum. Biraz uğraştan sonra telefonumu buldum ve ekrandaki isme bakıp açtım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TESLİMİYET
Teen Fictionİçimde bir şeylerin yanlış gittiğine dair bir his vardı. Sanki, burada olmamalıydım. Ona güveniyordum, şu anki durumumda güvenmek zorundaydım. Ama o kadar tuhaf davranıyordu ki... Ondan korkmaya başlamıştım. Odanın içinde ellerimi belime koymuş...