Karanlık. Yine uçsuz bucaksız bir karanlığın içine çekiliyordum fakat bu kez kendimi kurtarmak için, bu karanlıktan kurtulmak için hiçbir şey yapmadım. Karanlığın beni ele geçirmesine izin veriyordum. Yavaş yavaş yok olduğumun farkındaydım fakat yine de bir şey yapmadım. Bunun bir rüya, hatta bir kabus olduğunun farkındaydım. Sadece bu kabusun ne zaman son bulacağını bilmiyordum.
Karanlık beni tamamen içine çektiğinde bir uçurumdan yuvarlandığımı, boşluğa doğru son süratle düştüğümü fark ettim. Etrafımı göremesem de yere çok yaklaştığımın farkındaydım. Toprak kokusu alıyordum. Yağmur yağdıktan sonra etrafa yayılan o kokuyu...
Düşüşüm o kadar gerçekçiydi ki, vücudum yerle temas eder etmez tüm kemiklerimin kırıldığını, kafatasımın parçalandığını hissettim. Yattığım yerden hızla doğrulurken elimle vücudumun hala sağlam olup olmadığını kontrol ediyordum. Tahmin ettiğim gibi, bu bir rüyaydı ve her tarafım sağlamdı. Deli gibi atan kalbim dışında.
Sakinleşmek için arkama yaslandığım sırada geceliğimin ve çarşafımın terden sırılsıklam olduğunu fark ettim. Yataktan kalkıp lavaboya gittim ve yüzümü birkaç kez yıkadım. Aynadaki yansımama baktığımda birden kendimi tanıyamadım. Yüz hatlarımda hiçbir değişiklik olmamasına rağmen kendimi farklı görüyordum. Gözlerimde hayatı boş vermiş kimsenin bakışları vardı, dudaklarımda ağlamak üzere olan birisinin gülümsemesi.
Saat henüz altı buçuk olduğu için evdeki kimse uyanmamıştı. Bir anne yapacağımı bilmeyerek lavabonun önünde bekledim. Yeniden uyumak istemiyordum ama yorgundum. Acıkmamıştım ama susamış hissediyordum. Mutfaktan kendime bir bardak su alıp odama gittim. Çarşafımı bir kenara atıp yorganın üzerine oturdum ve dün yaşananları düşünmeye başladım. İçimdeki sıkıntının asıl nedenini bulmak istiyordum.
Alper'in sahte ölümünün videosunu kardeşime göndermiştim ve çok geçmeden cevap almıştım. İnanmıştı. Alper'i gerçekten öldürdüğüme inanmıştı ve benimle en kısa sürede buluşmak istiyordu. Bana bir adres göndermişti, İstanbul da bir adres. Adresi araştırdığımızda karşımıza bir ev çıkmıştı. Aylar önce ölen bir kadının üzerineydi bu ev, şimdi içinde yaşayan birisi olup olmadığı bilinmiyordu.
Alper ve Sarp en kısa sürede yola çıkmamız gerektiğini söylemişlerdi fakat ben artık o kadar emin değildim. Üvey kardeşimi yakalayıp bu ölümcül oyunlarına son vermesini istiyordum fakat eğer oraya gidersek kötü şeyler yaşanacağını da hissediyordum. İçimden bir ses bana sürekli oraya gitmememizi söylüyordu ve ben artık içimdeki o sesi bastırmaktan yorulmuştum.
Asıl korkum dört ay önce yaşadığım korkunç günlere geri dönmekti. Sanki oraya dönersem o korkunç günler de tekrar gelecekmiş gibi hissediyordum. Ama bundan ne Sarp'a ne de Alper'e bahsetmiştim. Planın son aşamasına gelmişken aksilik çıkaran kişi olmak istemiyordum.
Pencereme küçük bir şeyin çarpması üzerine bakışlarımı pencereye yönelttim. Birkaç saniye geçtikten sonra aynı şey tekrar oldu. Birisi pencereme ufak bir taş atmıştı. Bunu yapan kişinin kim olduğunu görmek için perdeyi araladım fakat aşağıda kimse yoktu. Daha iyi görebilmek için başımı uzatıp baktığım sırada bahçedeki büyük söğüt ağacının arkasında bir şey fark ettim. Bir ayakkabı. Daha dikkatli baktığımda bunun bir erkek ayakkabısı olduğunu anladım. Parlak bir kunduraya benziyordu fakat tam olarak seçemiyordum.
Tenimden soğuk bir ürperti geçerken aceleyle yataktan telefonumu aldım ve aklıma gelen ilk ismin numarasını tuşladım. Telefon çalarken ben de pencereye koştum ama ayakkabı yoktu. Ayakkabının sahibi gitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TESLİMİYET
Teen Fictionİçimde bir şeylerin yanlış gittiğine dair bir his vardı. Sanki, burada olmamalıydım. Ona güveniyordum, şu anki durumumda güvenmek zorundaydım. Ama o kadar tuhaf davranıyordu ki... Ondan korkmaya başlamıştım. Odanın içinde ellerimi belime koymuş...