...5 AY SONRA...Rosa Hotel
423 Numaralı OdaYatağın tam karşısındaki koltuğa keyifle gömülmüş oturuyordu. Bekleyeceği süreyi tam olarak kestiremediği için içmeye karar vermişti. Önündeki sehpaya dizdiği pahalı bir markaya ait kristal viski şişeleri, odayı aydınlatan spot ışıklarla birlikte göz alıcı bir şekilde parlıyordu. Bu ışık şovuna şişelerin hemen dibinde duran gümüş rengi silah da eşlik ediyordu, o da en az kristal şişeler kadar parlaktı.
Ve fazlasıyla özel...
Kabzasından, namlunun ucuna kadar uzanan işlemeler, insana silahın özel tasarım olduğunu düşündürüyordu. Ki öyleydi de... Sadece ona ait, onun istekleri ve onun izini taşıyan bir silahtı bu. Kabzasına özenle işlenmiş VERDA yazısı bile, kendine ait bir parçaydı. Yeryüzünde bir benzerini kimsenin bulamayacağı bir silahtı.
Mete dakikalar bir su misali akıp giderken, ikinci şişenin dibini görmek üzereydi. Beklemek, avucundaki hayat çizgisine dahi işlenmiş bir adamdı, istese de bundan kaçamıyordu. Hep bekler vaziyetteydi; hayatı, insanları ve ölümü... Zaman içinde, zamanla nasıl baş edeceğini kavramış olmanın rahatlığı vardı üzerinde. O ölümsüzdü, tükenmek bilmeyen bir zaman kendisine bahşedilmişti. Bunu dilediği kadar ve dilediği gibi harcama lüksüne sahipti, bugün de yapacağı gibi...
İkinci şişenin dibini bardağa boşaltırken, senkronize bir şekilde odanın kapısı tıklatıldı. Tek kaşını kaldırıp kapıya baktı ama istifini bozmadan viskisini yudumlamaya devam etti. Kapının arkasındaki her kimse pes etmeden birkaç dakika boyunca aralıklarla çalmaya devam ederken, o bardaktaki son yudumu içmekle meşguldü.
Nihayet bitirdiğinde ayaklandı.
Kapıya doğru ilerlerken aceleci davranmadı. Çıplak ayaklarını adeta sürürcesine bir hızla ileriye atıyordu. Kapıyı yavaşça açtı ve gelenin kim olduğuna bakmadan geri dönüp tekrar koltuğa gömüldü. Üçüncü şişeyi açarken, kapıdan tereddüt ederek başını içeriye uzatan kadına bir kere bile bakmadı. Sanki gelmesini isteyen o değilmiş gibi davranıyordu.
"Merhaba" dedi kadın. "Doğru yerde miyim?" Sesi ince ve tizdi, uzun süre tahammül edilecek gibi değildi. Yanlış yere gelip gelmediğini sorgulayarak oda numarasını kontrol etti, bir hata yoktu. Tam olarak olması gereken yerdeydi ama beklediği ilgiyi göremeyince garipsemişti.
Biraz bekledi ama cevap gelmeyince "Giriyorum!" dedi.
"Dışarıda kalman için para ödemedim herhalde," dedi Mete sert bir sesle. Hala kadına dönüp bakma konusunda hevesli değildi. "Gir ve kapıyı kapat."
Kadın başını sallayarak içeri girdi, kapıyı arkasından kapattı. Üzerindeki ince hırkayı çıkardı ve portmantoya astı. Odadaki modern mobilyalara, duvardaki ışıklı tablolara, tavandaki lambalara ve odanın neredeyse yarısını kaplayan bara büyülenmiş gözlerle baktı.
"Vay! Daha önce böyle pahalı bir otele hiç çağırılmamıştım," dedi etrafı incelerken. Sonra Mete'ye döndü. "Zenginsin anlaşılan."
Mete başını bir milim bile ona doğru çevirmeden karşıya odaklanmış şekilde viskisini yudumluyordu. "Zengin falan değilim sadece sen ucuzsun," dedi.
Kadının kaşları çatıldı. Anlaşılan bu gece yaşayacağı şeyler, diğer gecelerden biraz daha farklı olacaktı. Mete onu öyle görmezden geliyordu ki, sanki para ödeyen o değilmiş gibi davranıyordu. Kadın biraz daha böyle devam ederse görünmez olduğunu düşünecekti.
Ortamı biraz olsun ısıtmak ve biraz yakınlaşabilmek adına onun hemen yanındaki koltuğa oturdu. Çantasını sehpaya bırakırken, şişelerin hemen yanında duran silah gözüne takıldı. Bir Mete'ye, bir silaha baktı. Fazla soğukkanlı tavırlarıyla tam olarak bu tarz karanlık işlerin bir parçası gibi görünüyordu zaten ama bu durumu çok da umursamadı. Neticede karanlık adamlara ilk defa rastlamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖNSEZİ #2: ALBATROS
Vampiros"Beni özgür bırakan sendin, Duru. Kanatlandığım için beni suçlayamazsın." Albatros kafesin dışındaki özgürlüğü yeniden tattı. Acıları peşine takarak, kanatlarını kanlı günlere doğru açtı. Ama zihnine çöken karanlık pusun altında hiç kimsenin göreme...