***
Kapının açıldığı büyük salonda yüze yakın kişi vardı. Hande önce gözlerine inanamadı. Doğru mu görüyordu? Bir yığın kalabalık gözlerini ona dikmiş bakıyordu. Kapıdan bir adım geriye çekilmek zorunda kaldı. Onların burada ne işi vardı?
Şaşırarak geriye, Mete'ye döndü. "Bu da ne?" diye sordu. "Beni nereye getirdin?"
Mete gülümser bir ifadeyle ona doğru yürüdü ve onu belinden nazikçe itekleyerek içeri girmesi konusunda destekledi. "Gir ve kendin keşfet" dedi tüm içtenliğiyle.
Hande zoraki adımlarla içeriye girdi. Çatık kaşlarla kalabalığa ve etrafına bakıyordu. İçinde bulunduğu ortamı bir kalıba sığdırmak imkansızdı, neyin ortasına düştüğünü kestiremiyordu. Salon yüzlerce metrekarelik bir alanı kaplıyordu, kocamandı. Karşı duvarda küçük bir tiyatro sahnesi vardı. Daha doğrusu kırmızı perdeler ona buranın tiyatro olduğunu düşündürmüştü. Sahnenin hemen önünde ise özenle dizilmiş sandalyeler vardı. Böyle bir yerde, bu sahnede neyin sergilediğini merak etti, bu çok garipti. Salonun sol köşesinde bilardo ve kumar masaları, onun hemen ilerisinde koltuklar ve kitaplıklar vardı. En sağ köşede de bar ve onun hemen yanında çeşitli enstrümanlar bulunuyordu. O kadar garip bir yerdi ki; sanki içinde bir kütüphane ve tiyatro bulunan bir gece kulübü gibiydi. Bütün bunların bir arada bulunması kadar tuhaf bir şey daha yoktu.
"Burası ne garip bir yer böyle..." dedi hayret ederek.
"Buraya biz kendi aramızda İnferno diyoruz. Aramadığın her şeyi burada bulabilirsin, kendini de öyle..." dedi.
"Anlamadım, burası ne dedin?"
Mete tebessümünü yüzünden hiç düşürmeden, onu kolundan hafifçe tutarak ileriye doğru adım atması için zorladı. "İnferno..." dedi tekrar.
"O ne demek?"
"Cehennem demek... ama burada hayatın son bulmaz, yeniden başlar. Tıpkı sana olduğu gibi" dedi.
Hande kalabalığa doğru ilerlerlerken hafiften gerildiğini hissediyordu. Mete'nin söylediklerine gerektiği kadar kulak vermemişti. Cehennem mi demişti o? Haksız da sayılmazdı. İnsanların yüzündeki donuk ifade ürkütücüydü ve aynı şekilde ifadesiz ve dik bakışlarını onun üzerinden bir saniye olsun ayırmamışlardı. Sanki her an biri üzerine atlayıp yiyecek gibiydi.
"Sanırım buraya neden cehennem dediğini anlayabiliyorum. Neden dik dik bana bakıyorlar?" dedi fısıldayarak.
"Hepimiz biraz şaşkınız çünkü senin bu kadar kısa sürede aramıza katılmanı beklemiyorduk. O bakışların sebebi de bu, kötü bir şey olarak algılama."
"Bu ne mümkün?" dedi kaşlarını kaldırarak. "Peki benim buradaki rolüm ne, neden buraya getirdin?"
"Çünkü sen de artık takımın bir parçasısın," dedi Mete kulağına fısıldayarak. "Onlara ve buraya alışman biraz zaman alacaktır ama ne kadar hızlı adapte olursan, o kadar iyi olur. Sonra sıkıntı çıksın istemeyiz."
"Sıkıntıdan kastın ne? Yine mi tehdit ediliyorum?" Hande nihayetinde pes ederek durdu ve kolunu Mete'nin elinden çekiştirerek kurtardı. "Hem takım falan sen ne saçmalıyorsun, beni nereye getirdin, bunlar kim? Nesiniz siz çete falan mı?" dedi yüksek sesle.
"Sana sınırlardan bahsetmiştim, sakin olsan iyi olur," dedi Mete uyararak.
"Sakin olacakmışım!! Olmazsam ne olur?!"
Mete yüzündeki tüm olumlu-olumsuz ifadeyi sildi. Diğerleri gibi ifadesiz bir şekilde ona bakıyordu. "Bu ani öfke patlaması da dönüşümün bir parçası. Seni neden o yatağa bağladığımı anlıyorsundur," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖNSEZİ #2: ALBATROS
Vampir"Beni özgür bırakan sendin, Duru. Kanatlandığım için beni suçlayamazsın." Albatros kafesin dışındaki özgürlüğü yeniden tattı. Acıları peşine takarak, kanatlarını kanlı günlere doğru açtı. Ama zihnine çöken karanlık pusun altında hiç kimsenin göreme...