Sabah 7.40 geçe çalan alarmı zor da olsa kapatmıştım.
Yatakta biraz kendime geldikten sonra, aşırı bi'şekilde gerinip ayağa kalktım. Sabahları uyandıktan sonra kendimi ölü gibi hissetmekten nefret ediyordum. Bi türlü neşeli uyanamıyordum.Ne kadar canım istemese de bişeyler atıştırmam gerekiyordu. Pek kahvaltı yapmayı sevmiyordum. İnsan daha uyanamadan nasıl kahvaltı yapabilirdi ki? Daha doğrusu ailemi kaybettikten sonra herşeyden soğumuştum, nasıl sevebilirdim ki? Zaten annemin o güzel börekleri olmadan elleriyle hazırladığı kahvaltıya oturmadan nasıl sevebilirim?
Geçmişten sıyrılıp kendime geldiğimde gözlerimin dolduğunu farkettim. Hep böyle oluyordu. Güzel anılarımız geldikçe aklıma hüzünleniyordum. Unutmak ne mümkün?
Daha fazla geçkalmamak için; dolaptan aldığım tabağın içine; mısır gevreğini doldurup, biraz da süt koyduktan sonra hazırdı. Hemen ayak üstü atıştırdım kahvaltıyı da hallettim, dişlerimi fırçaladım, resmen evin içinde koşar adım hareket ediyordum.
Hemencecik siyah kumaş pantolonumu, beyaz gömleğimi giydim.
Gömleğin üzerine fularıda bağladıktan sonra geriye saçlarım ve makyajım kalmıştı. Saçlarımı açık bırakıp sadece iki yandan topladım. Makyajı çok sevmediğim için gözlerimi belli eden rimel sürüp ince bir eyeliner çekmiştim. Dudaklarıma nude bir ruj sürdükten sonra hazırdım. Dolgun, kendini belli eden dudaklarım vardı. Bir de işe giderken çok koyu ruj süremezdim. Makyaj işini hallettikten sonra ev de ayağıma siyah bilekten topuklularımı giydim. İşte hazırdım! Çantamı da alarak evden fırladım.Otobüse yetişmek için hızlı ilerlemiştim ve son dakika otobüse yetişmiştim. Arabasızlıkta ne zor bide büyük şehirdeyseniz işiniz daha zor.
Tıklım tıklım olan otobüste, malesef ki bugün ayaktaydım zar zor kendime tutunacak yer bulmuştum.
Yarım saat süren işkencenin ardından sonun da inebilmiştim.
Hemen içeri geçip ceketimi çıkardım. İş kıyafetlerimi giyip kabinden çıktım. Sanırım ilk gelen bendim. Tam çıkacağım sırada, Leyla geldi. Nefes nefes'e kalmış zavallım. Koşmuştu galiba onun bu haline tebessüm ederek, " koştun galiba?" dedim. Hala nefes'i düzene girmemişti.Oda eşyalarını astı ve söze girdi. "Evet, durduk yere azar işitmek istemiyorum valla." kendiside aynı tebessümle cevap vermiştim. İkimiz de gülerek hemen işe koyulduk. Diğer iki eleman biraz geç kaldığı için, bizim yanımızda azar yemişlerdi. Hatta müşterilerin için de. Bence uyaracaksa bile kendi odasında özel olarak uyarması gerekiyordu. Toplum içinde verilen nasihat, nasihat değil. Onları küçük düşürmekten başka bişey değildi bu yaptığı. Gerçekten üzülmüştüm.
Bizim onlara baktığımızı farkettiklerin de hemen işimize döndük. Ben takımları düzenlemeye başlamıştım. Şimdiye kadar hiç azar yememiştim, şimdiden sonra da yemeye hiç niyetim yoktu. Takımları düzenledikten sonra kravatlara geçtim bu biraz uğraştırıyordu.
Reyonlara bakmaktan öğle yemeği'nin geldiğini farketmedim bile. Leyla'nın "yemeğe inelim." demesiyle anlamıştım yemek molamızı. 1 saat'ti yemeğimizi sohbet eşliğinde yedik, 2 kişi iniyorduk.Pek iştahım olmasada yemeye çalışmıştım. Ayakta durabilmek için yemem lazımdı. Yukarı çıktığımız da diğer iki kızı yemeğe gönderdik. Onlar da inince içerideki müşterilerle ilgilenmeye başladık.
Gömleğimin çekilmesiyle yan tarafıma baktım. küçük tombik bir çocuk vardı. "Efendim tatlım?" diyerek yanına eğildim.
"Burada oturma yeri yokmu? yoruldum ben," diyerek kollarını yana sarkıttı.
" yok canım, maalesef." ben lafımı bitirmeden annesi seslendi, "Mert, yanıma gelir misin?!" Mert koşar adım annesinin yanına gitmişti. Kadın'a baktığımda gayet bakımlı fit bir kadındı. Bana hiç bakmayarak Mert'in elinden tuttuğu gibi gitti. Ah bu burnu havada insanlar!
Kadının arkasından ne kadar baktım bilmiyorum ama, patronun, "Işine bak! ne dikiliyorsun?" demesiyle isime döndüm. Kabinlere biraz parfüm sıkarak güzel kokmalarını sağladım. Saat'e baktığım da 5'e geliyordu. Yavaş yavaş alışıyordum çalışmaya, ama bu mağaza'nın kalabalıklığı beni öldürüyordu. Gerçekten çok kalabalıktı. Reyonu düzenleyip arkamı dönmem bir oluyor, eskisine dönmesi dakikalar sürmüyordu. Oradan oraya koştururken gerçekten çok yorulmuştum. Ayakta duracak halim kalmamıştı.
Zaten yemek hariç başka dinlenme molamız yoktu. Patronumuza göre bir saat azmıymış neyimize yetmiyormuş!
Bu düşüncemi mağaza'nın içindeki ses bozdu. Sesin geldiği tarafa döndüğümde orta yaşlı bir adamın bağırdığını gördüm, "Bu nasıl mağaza hiç kimse ilgilenmiyor! Hey! kime diyorum?" bu sözlerin üzerine koşar adım yanına gittim yine gülümseyerek, "Kusura bakmayın lütfen. Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?" adam daha hiddetlenerek " Ukalaya bak birde gülüyor musun? Bu ne utanmazlık! nerede sizin patronunuz?" iyiden iyiye bende sinirlenmeye başlamıstım.
"Beyendi lütfen sakin olun." dedim. Ters birşey söylersem işimden olabilirdim."Niye sakin olacakmışım? resmen benimle dalga geçtin! nasıl utanmaz bişeysin sen böyle?" artık dayanamayarak, "beyefendi! Kendinize gelin." diye bağırdım.
Artık patlama noktasına gelmiştim.Yan tarafıma baktığımda şok olmuş bi'şekilde patronum bi'bana bi'müşteriye bakıyordu. Bana bağıran adam gülerek gitmişti.
Patronum bir an da bana işaret parmağını sallayarak, "Müşteri memnuniyeti nedir bilmez misin sen? Gidebilirsin muhasebeye söyle gerekeni yapsınlar. demesiyle neye uğradığımı şaşırmıştım. Eliylede bir yandan kapıyı gösteriyordu. Ne yapmıştım ki ben?
Gözlerim dolmaya başlamıştı. Sabah diğer arkdaşlarımın başına gelen şuan benim başıma gelmişti hemde daha beteri.Tam arkamı dönüp gidecekken arkamdan gelen sesle durakladım.
" bir saniye," ben ve patronum aynı anda mekanik bir haraketle adama baktık ve patronum hemen kendini toparladı, önemli biriydi demek ki."Buyurun efen-," sözümü kesip devam etti.
"Ahmet Aras," sert bi şekilde uyardı. Hemen patronum atıldı tabii.
" Kusura bakmayın lüt..."
Adının Aras- yani Ahmet Aras- olduğunu öğrendiğim adam patronun sözünü tamamlamasına izin vermeden konuya girdi."Ben baştan beri dinledim. elamanınızın hiç bi suçu yok."
Elamanınız derken bana bakmıstı.
"Ve adam benim tahminimce bilerek yaptı. Yani işine son vermenize gerek yok." diyerek işten atılmamı engelledi."Siz öyle diyorsanız çıkarmam Ahmet Aras bey." diyip olduğu yerde başını eğip beklemeye başladı. Ben ise sadece dinliyordum.
Patronum bir anda bana dönüp "Sen işine dön." diye emir verdi.Ben de flimlerdeki gibi gurur yapıp "işiniz sizin olsun!" klişelerine girmeyip usulca reyonuma gittim. Reddetme gibi bir lüksüm yoktu, çalışmam gerekiyordu.
Ve yine ben hiç bir şey olamamış sanki az önce kovulan ben değilmişim gibi işimi yapmaya devam ettim başka şansım da yoktu zaten. Ama şimdiye kadar da kimsenin sırtından geçinmek sadece rahat bir hayatım olsun diye evliliği düşünen bir kadın olmamıştım olamazdım da iyi kötü her kadın kendi ayaklarının üzerinde durmalıydı bir erkeğin ayak bağı olmaktan daha iyi olduğu kesindi bir kere sosyal özgürlüğün vardı ne kadar yorulursan yorul kendi paranı kazanıyor olmanın mutluluğu bir başkaydı işte.
Umarım beğenirsiniz. 😍
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKAMOZ
RomanceTerk ettiğin şehirler yanıyor sonra, Koparmadığın çiçekler yanıyor, Ölüm, ölmediğin için kızgın sana; Hayat, iyi yaşamadığın için. "Seviyorumlar" eksiliyor cümlelerinden. Dostlar sırtından bıçaklıyor. Ben kalbinden öpüyorum seni. -Melike Birgölge