DÜĞÜN GÜNÜ...
Bence bugün ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgideydim. Bugün evleniyordum. Sanki bu hayattan başka bir hayata transfer olacaktım. Herşeyim değişecekti. Belki de bu adam hayatımı zehir zembelek edecekti. Bilemezdim. Zehir edecekse bile bunu yaşamak isterdim. Hayatta bazı şeyleri görmeden, yaşamadan değerini anlamazdık. Bir şekilde yaptığımız hatalardan ders alıyorduk. Öyle değil mi? Dediğim gibi ölümle yaşam arasındaki çizgi bence tam olarak bu. Evlenmeden önce yaşadığım hayat bana göre. En önemlisi sakin ve huzurlu. Aradığım da tam olarak bu aslında, huzur. Sonuçta insan boşanmak için veya mutsuz olmak için evlenmez. Bilakis mutluluğuna mutluluk katmak için evlenir bence. Her sabah sevdiğin kişinin yüzünü görmekten daha güzel ne olabilir ki.
Sabaha kadar uyumamış bunları düşünmüştüm. Sadece sabaha karşı ezan okunurken uyumuş saat altı'da geri kalkmıştım. Mâğlum bugün büyük gündü. Herşeyin yetişmesi için erken kalkmak gerekiyordu.
Sabah kalkar kalkmaz duş almıştım. Deniz de aldığın da kuaföre doğru yol almaya başladık. İçimdeki her zamankinden başka bir heyecan ve acı vardı. Bir yandan içim içime sığmazken, bir yanımda buruktu. Düğünüm de bir tane bile akrabam yoktu. Ben, beni temsil edecektim. Şöyle gururla koluna girip salona girecek ne bir babam vardı, ne de bir eksiğim olduğunda koşacak bir annem. Ya da olması bile huzur veren bir kardeşim, yoktu.
Tüm bu düşüncelere ve olanlara rağmen gülümsüyordum. Bir şair'in "her acı birgün anı olacak" sözü ne kadar doğruydu bilmiyorum ama benim için söylenmediği kesindi. Her acı geçiyordu ama aile acısı bir başkaydı.
Düğün günü yine canımı sıkmıştım. Zaten bu düşüncelerle kuaföre gelmiştik. Deniz elbisesini, ayakkabısını ve çantasını aldıktan sonta kuaföre girmiştik. Benim herşeyim direk kuaföre gelecekti. Orada hazırlanıp sonra da çekimlere gidilecekti. Ve biz hala Aras'la konuşmuyorduk. Kendi içimden de özür dilese de barışsak demiyor değildim. Şimdi küsüz ve bu ister istemez fotoğraflara da yansıyacaktı.
Aras'ın ailesi kuaförü bugün bizim için kapatmıştı. Onlardan da birkaç kişi geleceği için sıkıntı olsun istemiyordu. Birde en iyi kuaförleri getittirmişlerdi. Sanki kraliyet ailesinden kral ve kraliçe evleniyordu. Fazlasıyla abartıyorlardı.
Biz geldiğimiz de daha kimse yoktu. Direk bizimle başladılar. İki kişi saçlarımla ilgilenirken, bir kişi manikür pedikürle uğraşıyordu. Makyaj saçtan sonra başlayacaktı. Deniz benim kadar heycanlıydı. Kendisi evlense bu kadar olurdu. Mübağlasız.
"Atakan geliyor dimi düğüne?"
Bir yurt dışına çıkıyor, bir buraya geliyordu. Her iki yerde işleri vardı.
"Evet, beni o buradan alacak öyle geçeceğiz."
Başımı salladıktan sonra, "Elbisene birşey dedimi?" diye sordum. Fazlasıyla kıskanç bir erkekti. Elinden gelse Deniz güzel gözükmesin diye kafasına çuval geçirip gezdirebilirdi. Deniz düğünde oldukça iddialı bir kıyafet giyiyordu. Kırmızı, straplez, dizinin bir hayli üzerinde bir kıyafet seçmişti. Belinde siyah kemeri arkada ise kocaman bir fiyonk vardı. Düzgün olan fiziği bu kıyafetle afete dönüyördu.
"Daha görmedi. Şimdi direk düğüne gideceğiz ya çıkarttıracak zamanında olmayacak. Yoksa hayatta giydirmezdi." bu yaptığı ne kadar yanlış olsada mecburdu. Yapacak başka birşeyi yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YAKAMOZ
RomanceTerk ettiğin şehirler yanıyor sonra, Koparmadığın çiçekler yanıyor, Ölüm, ölmediğin için kızgın sana; Hayat, iyi yaşamadığın için. "Seviyorumlar" eksiliyor cümlelerinden. Dostlar sırtından bıçaklıyor. Ben kalbinden öpüyorum seni. -Melike Birgölge