8. BÖLÜM

20.7K 1K 102
                                    

Anlaşma

ELİF

Babamın dört ortağından biri olduğu Arnavutköy'ün sahiline çıkan sokaklarından birinde olan balık restoranının önündeydik. Kaldırımda durduğumuz yerden içeriye bakınca boydan boya uzanan dar ama geniş camlar sayesinde neredeyse her masayı görebiliyorduk. Hafta içi olmasına rağmen akşam saatiydi. Haliyle tıklım tıklım doluydu.

Bize ayırtılan masa restoranın ikinci katındaki balkonda, köşedeydi. Kısmen denizi görebileceğiniz, kalabalığın sesini duyup hissetseniz de uğultudan uzak kalacağınız, nefis bir noktaydı. Babam her şeyi düşünürdü ve her nedense kız evi olmamıza rağmen adımlarını fazlasıyla düşünerek atıyordu. Kendimizi onlara neden beğendirmek zorunda olduğumuzu anlamıyordum. Ne elde etmek istiyordu?

"Babam onlardan üstün olduğunu kanıtlamak istiyor," dedi Zeynep yanımda durup. "Sessizce senin konumu gösterip gerekenin yapılmasını bekleyecek."

"Saçmalık," dedim. "Babamı zaten tanıyorlar. Mal varlıklarından az çok haberleri vardır."

"Paran olduğunu bilmeleri başka, böyle bir lüksün içinde yetiştiğini gözlerine olağan bir şekilde sokmak başka."

"Sen ciddisin."

"Babam hava atmayı sever. Sen de onun ilk kızısın. Saygın bir şekilde çözüme ulaşmaya çalışıyor."

"Bunu yapamam, Zeynep," dedim fısıltıyla.

Zeynep uzun zaman sonra ilk defa yüzüme anlayışla baktı ama yorum yapmadı.

"Hadi," dedi. "İçeri giriyoruz."

Ailemi tanıyan birçok çalışan coşkuyla selam verdi. Ortaklardan bir tanesi ve genelde hep burada takılmayı seçeni, Fatih Bey, bizi merdivenlerin başında karşıladı ve sohbet ederek masamıza kadar eşlik etti.

"Masayı hazırlayalım mı?" diye sordu gitmeden.

Babamsa onları bekleyeceğimizi söyledi. "Sadece su, Fatih."

"Tamam, hemen gönderiyorum."

Babam balkonun kenarındaki sandalyeye, denize sırtını vererek oturdu. Annem yanına, ben annemin yanına, Zeynep de benim yanıma. Onlar kısmi deniz manzarasını ve arkamızdaki duvara boyanmış, dalgalı bir denizle boğuşan balıkçı teknesi resmini göreceklerdi. Rüzgâr denizden esiyor, serinliğin peşi sıra mis gibi denizin tuzlu kokusunu masamıza taşıyordu.

Her şey çok güzeldi. Özenle giyinmiştik. Annem favori inci küpelerine eş inci kolyesini takmış, lacivert elbisenin içinde hala dümdüz olan vücudunu şık bir şekilde sergilemişti. Babam her zamanki gibi takım elbisesi içerisindeydi. Onu bir kot veya tişörtle gördüğüm zamanlar şu yaşıma kadar iki elimin parmaklarını geçmezdi. Ben krem rengi yüksek belli kumaş bir pantolon giymiş, altına yeşil topuklu ayakkabılarımla onunla uyumlu renkte yarım kollu bir gömlek giymiştim. Yakası omuzlarıma doğru açılıyordu ve kumaşın üzerinde toplu iğne başından biraz büyük papatyalar vardı. Saçlarımı atkuyruğu yapmıştım ve babaannemin yeşim taşlı eski küpelerini takmıştım. Zeynep, sade kayık yaka mavi bir elbise giymişti. Kusursuz görünüyordu. Aynı babam gibi.

Kimse konuşmuyordu çünkü konuşacak bir şey kalmamıştı. Efe'yi aramamıştım. Her ne hikmetse o da beni aramamıştı. Sanırım bu her şeyden daha çok rahatsız ediyordu beni. Neden aramamıştı? Kaçıp gittiğim için bana bozuk muydu? Bir kısa sohbete bile değmeyeceğini mi düşünüyordu? Beni cezalandırıyor muydu yoksa umursamıyor muydu? Hangisi daha kötüydü, bilmiyordum.

Belki dört belki beşinci kez telefonumun ekranına dokunup saate baktım. Tam o sırada bir mesaj aldım.

İki dakika içerisinde oradayız, aşkım.

ARZUNUN ESİRİ - Esaret Serisi 1 (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin