İyi ki Doğdun!
ELİF
Bugün benim doğum günümdü. Kutlamaya değer olduğunu düşünmeyi bir süre önce bırakmış olsam da Efe bunu kabul etmemişti. Önce ikimiz, hafta sonuysa arkadaşlarımızla beraber kutlayacaktık. O kadar ısrar etmişti ki kabul etmek zorunda kalmıştım. İstemediğimden de değildi aslında.
Hazırlan, demişti bana. Önümüzdeki iki gece şu an bilmediğim bir yerde kalacaktık. Planlar beni tedirgin ediyordu. Daha doğrusu o planların sekteye uğraması ya da daha kötü bir şeylerle karşılaşabilecek olma ihtimalleri... Ve o planların doğum günümü kapsıyor olması...
Bunların hep Joseph'in ardında bıraktığı enkaz demek isterdim ama yalnızca onunla sınırlı değildi. O daha çok son darbeyi indirmişti.
Ailemin doğum günü anlayışı da daha çok çevreye olan gösterilerden ibaretti. En son aile arasında neyi kutladığımızı hatırlamıyordum. Ya otellerden birinde ya da restoranda olurduk. Babam insanların görmelerini isterdi. İmajı, her şeyiydi. Ailesi her şeyiydi. Sözde. Zeynep'le bana alacağı hediyeleri annem, anneme alınacaklarıysa biz seçerdik. Neyi sevip sevmediğimizi umursamayı ne zaman bırakmıştı bilmiyordum. İlkokula başladığımız zamanlar olabilirdi. O yüzden düzenledikleri yemeklerden kaçmak için dakikaları sayardım. Nil aileden olduğu için sonunda beni kurtarır ve ikizlerle birlikte başka arkadaşlarımızla kafamıza göre eğlenirdik. Bu hafta sonu da benzer bir şey yapacağımızdan emindim ama bugün Efe'nin teklifini kabul etmiş olmamın bir diğer sebebiyse bizimkilerdi. Onlarla yenecek bir yemektense başka herhangi bir yerde olmayı seçerdim.
Son kavgamızın ateşi henüz düşmediği için Efe'yle olan planıma babam bile karşı çıkmamıştı.
Hazırlığım bitti. En ufak boydaki bir valize birkaç günü kurtaracak farklı tarzda kıyafetler koymuştum. Bir içi tüylü bot, bir sivri topuklu ayakkabı ve bir de diz üstü çizmelerimi almıştım. Her duruma uyum sağlayabilirdim. Yılın ilk karı yağmış mıydı? Bugün Aralık'ın sekiziydi. Belki de beni Uludağ'a götürürdü. Her nerede olursak olalım son noktada çıplak kalacağımızı bildiğim için en güzel iç çamaşırlarımı da yanıma almıştım. Efe'ye olan doyumsuzluğumun bir sınırı vardıysa da henüz haberim yoktu. Keşfetmeye can atıyordum.
Kapı çalınca gülümsedim. Hevesle odamdan çıkıp salona doğru yürüdüm. Onu özlemiştim. Hafta sonundan beri görüşmüyorduk. Son zamanlarda üç gün bile bizim için uzun sayılıyordu. Sabahımız yoğun geçiyorsa benimle uyumaya geliyordu. Gece iş çıkıyorsa öğlen otele uğruyor ve biz de hızlıca oteldeki odamı ziyaret ediyorduk. O odayı çok seviyordum.
"Geldim," diye seslendim kapı yeniden çalınca. Açarken, "Kabul ediyorum," dedim sırıtarak. "Ben de seni özledim."
"Mi manchi anche tu, mio caro."
Önce sesini mi duydum yoksa onu gördüm mü? Nedense bunu merak ediyordum. Tüm kanın vücudumdan çekildiğini ve aniden gelen bir üşümeyle titrediğimi fark ederken kollarımı kendime doladım.
Bu gerçek olamazdı.
Beni özlediğini yeniden söyledi ama bu sefer ingilizce tekrar etmişti. Anladığımdan emin olmak mı istiyordu? Yoksa yine duygularını bana empoze edebilmek için mi uğraşıyordu.
"Git buradan," dedim. Beni nasıl bulduğu ya da neden burada olduğunu onunla tartışmayacaktım.
Elinde bir kutu olduğunu ancak ellerini havaya kaldırdığında fark edebildim.
"İyi ki doğdun, mia caro," dedi. "Senin için buradayım. Beni içeri almayacak mısın?"
Hayır. Asla. Ne bu evi ne de bugüne ait anılarımı istila etmesine izin vermeyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARZUNUN ESİRİ - Esaret Serisi 1 (TAMAMLANDI)
General FictionElif, aşkın üzerindeki gücünden korkuyordu. İnsanın gözünü kör eder derler ya, işte tam olarak bunu yaşıyor, kendini tanıyamıyordu. Yürüdüğü yolda aldığı yaraları sarmayı dahi başaramamışken Efe Kozan karşısına çıktığında, kaçmaktan başka çaresi ol...