Belki de En Kolayı Kendini Kandırmaktır.
ELİF
Efe'yi evime çağırmam bir riskti. Büyük bir riskti. Yine de dışarıda evde olduğum kadar rahat konuşabilmem mümkün değildi. Birileri görüp magazin malzemesi yapacak mı diye endişe duymadan bağırıp çağırabilmek, yeri geldiğinde Efe'ye arkamı dönebilmek istiyordum.
A'dan Z'ye her şeyi açıklığa kavuşturmanın zamanı gelmiş de geçiyordu bile. Bir şeyler yapmam gerektiğini düşünüp kaşınmaya başladığım sırada Efe beni aramış ve beni ne yapacağımı düşünme derdinden kurtarmıştı.
Şükürler olsun!
Öğle yemeği yiyelim, demişti. Basit. Zararsız. Konuşmamız gerektiğini hatırlatmış, bir süredir yoğun olduğunu dile getirmişti.
Yalancı.
Yoğunsa bile aramamasının nedeni kesinlikle bu değildi. Her şey gibi bu zamanlama da oynadığı oyunun bir parçasıydı. Emindim. Ama işime gelmişti. Sadece dediği gibi dışarıda olmak istemiyordum. O yüzden işten sonra bana gelmesini söylemiştim. Akşam yemeğini aynı oranda zararsızlaştırabilirdim, öyle değil mi?
Kafayı yemek üzereydim.
Yemek yapmakla alakalı en ufak bir fikrim yoktu. Sadece güzel makarna yapardım. Ginna'nın katkılarıyla geliştirdiğim tek şeydi. Bu yüzden çok sevdiğim gamay üzümünden yapılan şarabımın yanına bol acılı penne arabiata yapmıştım. Her ikisi de enfes kokuyordu. Dayanamayıp şarabı açtığım ve çoktan ilk kadehi yuvarladığım için kimse beni suçlayamazdı.
Kafayı yemek üzereydim. Tam vaktinde kapı çalana kadar hazırladığım yemek masasının önünde ileri geri gidip durdum.
Bunu yapabilirsin, diye mırıldandım.
Kadehimi masaya koyup salondan çıktım. İki kapaklı portmanto ve ayakkabılarımı giydiğim pufun haricinde bir şeyin sığması imkânsız olan dar antrede durup derin bir nefes aldım. Kapıyı açtım.
Efe'nin ağzımı sulandıracak kadar güzel kokusu apartmanın içindeki hafif hava akımıyla yüzüme vurdu. Tam o anda bağıra çağıra onu özlediğimi itiraf etmek istedim. Bu itiraf kendim için mi olurdu onun için mi emin değildim.
Yutkundum. Gülümsemeye çalıştım.
"Hoş geldin," dedim kenara çekilerek.
"Hoş buldum, Elif," derken gülümsedi. İçeriye doğru bir adım atınca aramızdaki mesafe kayboldu. Aramızdaki boy farkı şimdi çok daha belirgindi. Başımın üzeri ancak onun çenesine geliyordu. Tıraş olduğu belli olan, şimdi oldukça pürüzsüz görünen çenesine.
Vücuduna neredeyse oturan kırmızı tişörtünün üzerine giydiği kot ceket geniş omuzlarına güzelce yerleşmişti. Altında ince çizgileri olan, dökümlü krem rengi bir pantolon vardı. Katalog çekiminden geliyor gibiydi. Efe bir mankenin fiziğine ve gösterişine sahipti.
Elindeki poşeti uzattı. "Tatlı aldım."
Onu süzmeyi bırakmam gerekiyordu. Poşeti elinden aldım. "İyi yaptın, teşekkür ederim."
"Profiterol sever misin?"
Bu kadar normal davranması karşısında şaşırarak ona uyum sağlamaya çalıştım.
"Kim sevmez ki?"
"Formunu korumak isteyen bir sürü kişi bunlardan uzak duruyor," dedi yalandan üzgün bir sesle.
"Makarna yaptım, Efe. Söz konusu yemek olunca zevk almak zorundasın bence."
Kelimelerimin havada asılı kaldığını hissettim. Aslında açık seçik ya da yanlış anlaşılabilecek sözcükler değildi ama zevk almaktan bahsetmiştim ve karın doyurmaktan. Sanırım ikimizin de düşünceleri farklı yerlere sapmak için yer arıyordu. Ortam ısındı. Efe'nin bakışları ağırlaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARZUNUN ESİRİ - Esaret Serisi 1 (TAMAMLANDI)
General FictionElif, aşkın üzerindeki gücünden korkuyordu. İnsanın gözünü kör eder derler ya, işte tam olarak bunu yaşıyor, kendini tanıyamıyordu. Yürüdüğü yolda aldığı yaraları sarmayı dahi başaramamışken Efe Kozan karşısına çıktığında, kaçmaktan başka çaresi ol...