2 GÜN SONRA
Ellerimi şakaklarıma bastırıp derin bir nefes aldıktan sonra kemerimi çözdüm, kafamı yavaşça cama çevirdim. En son Spencer ile ayrılmıştım buradan. Onunla tekrar geleceğimi düşünerek... bu şehre tekrar dönüyordum ama yanımda o yoktu. Görünüşe göre uzun zamanda olamayacaktı.
Her ne kadar ona kızsam da şimdiden onu deli gibi özlemiştim. Birlikte hemen hemen iki gün geçirmiştik. İlk gün özlemimizi gidermiş, ikinci gün ise tekrardan veda ederken bulmuştuk kendimizi. Daha doyamamıştım ona. Her bir zerrem onun adını sayıklıyordu. Dudaklarım sızlıyordu. Burnum kokusunu istiyordu. Her şeyimle onu arzuluyordum. Tekrar tekrar benim olsun şehveti beni sarsın havaya uçursun istiyordum. Bütün olanları unutmak istiyordum artık. Adamları, peşimizde olduklarını, New York'a gitmek zorunda olduğumu her şeyi..
Beni Londra dan uzaklaştırması tam bir saçmalıktı. Birlikte atlatmamız gerekiyordu. Beni sadece kendisinden değil arkadaşlarımdan da uzaklaştırıyordu. Deli gibi özlediğim arkadaşlarımı ne zaman göreceğimi bile bilmiyordum. Deniz'in güven veren gözlerinden, Anna'nın enerjisinden, oradaki sevdiğim herkesten bilmediğim bir süre daha ayrı kalacaktım. En azından telefonla görüşebilirdim. Daha kötüsü olabilirdi değil mi?
Oh! En kötüsünü zaten yaşamak üzereydim babama bu konuları açıklarken görecektim zaten. Yol boyunca düşünmemeye çalışsam da vereceği tepki beni ürkütüyordu. Kafamda binlerce senaryo yazsam da elle tutulur bir açıklama yapamıyordum. Bütün bu olanları nasıl anlatabilirdim ki? Onları ürkütmeden anlatmanın bir yolu yoktu. Benim için ne olursa olsun endişelenecek ve o adamlar yakalanana kadar bırakmayacaktı. Yani o zamana kadar Spencer yoktu. Deniz ve diğerleri de öyle. Zaten onunda istediği bu değil miydi? beni herkesten uzak tutarak iyi olmamı sağlamak...
"Nemesis." bir anlığına bu kelimeyi söyleyenin Spencer olmasını dilerken buldum kendimi. O kalın sesiyle bana seslenmesini, büyük eliyle elimi kavramasını, gülümsemesini... Ellerimi elmacık kemiğine koyup çenesinden öptüğümü hayal ettim. Sarılışını bir an için hissetmek istedim.
"İyi misin?" Matt tekrar seslendiğinde kendime geldim. Karşımda bir Williams yoktu. Onun yerine geniş omuzları yüzünden oturmakta zorluk çeken, kafası ile tavan arasında az bir mesafe olan Matt vardı. Yüzünden ne kadar rahatsız olduğu belli oluyordu. Giydiği mavi gömlek üstüne oturmasına rağmen oturuşu yüzünden dar bir görünüm veriyordu. O felaket geceden sonra tıraş olmayı da bırakmıştı. Yaşından oldukça büyük görünüyordu.
"Beni kesmeyi ne zaman bırakacaksın" dedi bana yaklaşarak. Omzuna sertçe bir yumruk attım ama bundan gram etkilenmediği belli oluyordu. Sadece gülmekle yetindi. Mavi gözleri gözlerimden ayrılıp yüzümde gezinirken vücudumdaki bütün kan yanaklarıma yöneldi. Yüzümün her bir santimini büyük bir şevkle inceliyordu ve bu biraz rahatsız hissetmeme neden oluyordu. Bana uzanmak için hamle yaptığında James sertçe frene bastı. Elimi koltuğa koyup çarpmayı yavaşlatırken o serçe koltuğa yapıştı. Bunun üzerine kahkaha atmaya başladım. İki koltuk arasında sıkışmış, kafasını kaldırıp yardım dilenircesine bana bakarken kendimi bir türlü durduramadım. O çırpındıkça ben daha fazla gülüyordum, ben güldükçe sinirleniyordu. Artık gülmekten nefes alamıyordum. Ellerimi ağzıma kapatmak bile durdurmuyordu beni. Sonunda yüzü kıpkırmızı oldu ve tek hamlede kendini yukarı çekti. Oturur oturmaz beni bileğimden yakaladı. Dikiz aynasından bize sinirli bakış atıldığında ellerini üzerimden çekip arkasına yaslandı. Saniyeler sonra yüzü eski halini aldı. Ben gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp büyük çaba harcarken yandan bana bakıyordu.
Çok geçmeden araba yavaşladı, kısa bir süre sonra motoru sustu. Benzinliğe gelmiştik. James siyah Porshe den sıkıntılı bir şekilde indi. Elini arka cebine götürüp cüzdanını çıkarttı. İçini açıp karıştırdıktan sonra yanına yaklaşan çalışana parayı uzattı. Adam yanında ayrılırken arabaya yaslanarak onu beklemeye başladı. Ellerini göğsünde birleştirip duruşunu değiştirdi. Ayakta bile zar zor duruyor gibi görünüyordu. Uzun saçlar tüm günün yorgunluğunu gösteriyordu. Gözleri uykusuzluktan şişmiş, dudakları susuzluktan çatlamıştı. Gülümsedi. Sol yanağındaki büyük gamze belirdi. Ona gerçekten de yakışıyordu. Yüzündeki ufak yaralar bile bu gülümsemenin güzelliği ile görünmez hale geliyordu. Bana yandan bir bakış attığında kafamı çevirdim. İşte yine yapmıştım. Kızaran yanaklarımı görmemesi için ellerimi üzerine koydum. Bu yanımdaki arkadaşında gülmesine neden oldu. Tekrar ve tekrar birini çok dikkatli bir şekilde incelemiş, saniyesinde yakalanmıştım. Bunu yapmayı bırakmam gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Aşk Masalı
Romance"Bir kız günün birinde bir prensle tanışmış. Herkesin etkilendiği olan bu prens onu görür görmez aşık olmuş. Hemen her gün görüşüyorlarmış prens günden güne ona daha fazla aşık oluyormuş. Onunla konuşmaya cesaretini topladığı gün sevdiğini yakın ark...