ribozom trapped_goddess ithafen.
Bölüm şarkısı; İlyas Yalçıntaş - Yol Arkadaşım.
Bulaşmasın ellerine yaşayamadığım hayallerim,
Nefeslerimden çalmak istemiyorsan;
Gitme!¥¥¥¥¥¥¥¥¥¥¥¥¥¥¥¥
Gözyaşlarım tenimde izler bırakıp koparken kalbimden, taş kadar ağırlaşıyordu sırasıyla herbiri. Uçabilen, sahibini bilen ve gitmesin diye yüreğinden ayaklarına ağırlık yapacak, onu bana sürükleyecek taşlar.
Öfke ruhumu esir almıştı. Çünkü öfkelenmesem nefret edecektim. En kötüsü öfkeyi seçmesem canımdan çok sevecektim.
Artık taşıyamadığım tüm duyguları, sesleri ve beni dibe çeken vedayı bedenimle birlikte yatağın üzerine bıraktım.
Aldığım nefes ciğerlerime ağır gelmeye başlamıştı. Boğazım nefes alamadığımdan değil artık nefes almak istemediğim için yanıyordu.
Beni bu hayata tutsak ettikleri icin kızgındım beni bırakıp gidenlere. En çokta babama. Asker olmak yerine sevdigi fizik dersinin öğretmeni olsaydı, ölmeyecekti. Annemi üzüntü içinde bırakıp daha yirmi günlük bir lohusayken canından etmeyecekti. Ben kimsesiz kalmayacaktım o zaman. Deli gibi korkmayacaktım ölümden. Belkide Akerle bir kitapçıda tanışacaktık yada mudavini olduğum cafe Mono Lisada.
Saatler geceye doğarken ben; bu oyunun en güçsüz piyonu, artık santranç masasında bir başınaydım. Vezir çoktan gitmiş, şah ise onlarca vezirin arasından beni göremiyordu. Dedem beni ne hale getirdiğinin farkında değildi. Benim sevgimin farkında değildi ve olsa bile yok sayacaktı. Sanki kalbi hiç aşkla uyanmamış gibi.
Gözlerimin yanmasına dayanamayıp perdelerini örttüm üzerlerine. Anlamsız sözcükler dolaşıyordu zihnimin ses tellerime yakın yerlerinde. Yağız Aker. Dedemin emanetcisi, güvendiği, kuvvetli askeri. Bana inat hiçbir şeyden korkmayan adam. Ölümden bile. Uykucu, güçlü ve somurtkan şirin. Sevgili Yol Arkadaşım.
Bir ay. Sadece bir ay. Çok fazla vaktimin olmadığı küçücükken yerleşmiş bilinçaltıma. Sevmek için, gülmek için fazla zaman yok. O anda sev, sarıl, söyle. Söylersen gitmez belki. Ben anneme Seni Seviyorum diyebilseydim gider miydi hiç? Babamın acısındansa benim o dişsiz, ufacık ağzımla söylediğim cümlelere tutunurdu. Ama olmadı. Yirmi günde hangi bebek konuşur ki Aker? Beni doğuran kişi bile sadece yirmi gün sarabilmişken bedenimi, sen bir ayda nasıl sarmaladın, nasıl sarmalandın yüreğime? Ne bu içimdeki Yağız Aker? Ben bilmiyorum, hiç hissetmedim böyle bir şey. Fizik dersi gibi karmaşık bu, babama ihtiyacım var o çözebilir ancak bu kalbimin ritmini arttıran problemi. Birde sen. Sana ihtiyacım var yol arkadaşım!
Bacaklarımı karnıma çekip sağ tarafa döndüm. Pencereden gidişinin izlerini görmek istemiyordum. Hem başım ağrıyor benim, birazda karnım ve en çokta kalbim. Yada yerindeki boşluk. Her neyse.
Baharla uyuduğumuz günü düşünüp o gece hissettiğim duygulara yoğunlaştım. Nefeslerimiz birbiriyle öyle uyum içerisindeydiki, ben o an ölsem Aker'de ölürdü. Sanki kalu beladan bağlıydı bizi hayatta tutan bütün hücreler. Aitlik kavramı ilk kez vucud bulmuştu zihnimde. İlk gün odamın karanlığında onu gördüğümde, sanki bana dokunduğunda yok olacakmışım gibi sarıldığında, tatlı kıskançlıklarında ve kamera yerine gözlerime bakmayı tercih ettiği fotoğrafta...
Doğru. Fotoğraf. Tek ölümsüz anımız. Gerçi şuan bozuk olan kalp ritmim atmaya devam ettikçe ölümsüzlerdi aslında. Defterime yazamadıklarımı telefonun not kısmına yazmıştım. Olurda unutursam, olurda zaman bizi bugüne sürüklerse diye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK "Yol Arkadaşının Kiraz Çiçeği"
Romance☆ "Aker dur kımıldama. Kirpiğin düşmüş." Sanki bir elmasa dokunuyormuş gibi yavaşça aldım yanağından tenine tutunmaya çalışan kirpiği ve parmaklarımı üzerine kapattım. "Dilek tut bakalım Yağız Aker." Gözlerini yumup uzunca bir süre öyle kaldı. Güneş...