"Oyun oynayalım mı?"
"Ben çocuk değilim. Elimi yüzümü yıkayıp kendime geleceğim sende lütfen düz tutmaya uğraş şu kolu. Başka bir tuşa da basma."
Uçuşa başlayalı yaklaşık 3 saat olmuştu. Bacaklarım uyuşmuştu. Ama bu kadın robot gibiydi. Daha net görmek için gözlerini ovuşturup durmasa resmen bir robot olduğuna inanırdım. Fazlasıyla sinirli gibi bir iadesi vardı. Acaba sinirli bir insan mı? Ekrandaki onlarca tuşa renklere bakıyordum. Kule bağlantı ışığı yanınca gözlerimi kırmızı tuşa cevirdim. Eğer cevap verirsem Bayan Tanay beni öldürebilirdi. Ama cevap vermez isem kule tekrar arar ve bağlantının neden kurulmadığı hakkında bir sürü soru sorar dururdu. Tuşa bastım. Kulaklık mikrofonunu dudaklarıma yaklaştırdım. Tanrım lütfen bunu yaptığım için Alkım beni öldürmesin...
"Kargo Türk-96 bulunduğunuz konumu belirtin."
"Kule burası Kargo Türk-96 yaklaşık üç saatlik uçuş sonucu 38°-48° doğu meridyenleri ile 28°-38° paralelleri üzerinde bulunmaktayız."
"Kargo Türk-96 hızınızı düşürmenizi istiyoruz. Sınırdan geçmek için komutumuzu bekleyin."
"Ah, aferin. Doğru bilgi verdin."
"Teşekkürler. Üç senede bunu öğrendim."
"İyi bari. Laf sokmayı bildiğin gibi konum okumayı biliyorsun. Güzel, şimdi uçağı otomatik pilottan çıkart."
"Ne?!? Uçak otomatik pilotta mıydı?"
"Güzelim jetimi sana bırakacağımı mı zannettin ufaklık? Aman Allah muhafaza. Yanlış bir şey yaparsın da düşeriz. Bu işin şakası yok."
Gülümsedi. Belki biraz klasik olacak ama, hayatımda gördüğüm en güzel gülüş onunkisiydi. Sağ tarafa kıvrılmış dudakları dişlerini göstermiyordu. Gözleri hafif kısılmıştı. Kalbimin pıt pıt ettiğini hissetmeye bayılıyordum. Üzerindeki ceketi çıkarttı. Ve eteğini tutan kemerini gevşetti. Soyunacakmış gibi heyecanla bakıyordum.
"Bayan Tanay, evli misiniz?"
"Ufaklık, pilotlar ve öğrenciler arasında belli sınırlar vardır. Ve siz sorularınızla sınırınızı oldukça aşıyorsunuz." Kafasını önüne çevirdi. Ona bakmadım. Canım ona bakmak istese de bakmadım. Aslında bakmalıydım. Ama korkuyordum. Üzerimde sanki sağlam bir baskı vardı. Beynimden o baskıyı yerle bir ettim ve kafamı ona çevirdim. Bütün hislerime yenik düşmüştüm. Konuşmak zorunda hissediyordum kendimi.
"Müzik sever misiniz?"
"Aybars. Lütfen biraz sessiz olabilir misin? Uyumaya ne dersin? Ya da birilerine e-posta at. Birileriyle konuş."
"Telefonumu dolabımda unuttum." Dikkatlice hızı düşürüyordu. Gözlerimi kapatmaya çalıştım. Uykum bile yoktu. Yüzüğümle oynamaya başladım. Bir gümüş yüzüktü. Geri yaslandım. Uyusam iyiydi herhalde.
"Aybars!"
"Buyurun kaptan?"
"Son senen değil mi? Öğrenim senesi." Kafamı onaylamak için salladım. Güneş gözlüklerini gözüne taktı. Gülümsemişti yeniden.
"Kiminle göreceksin?"
"Sanırım Bora Yalnız. İsmini yanlış hatırlamıyorsam."
"İyi de o uçak görevlisi. Uçuş değil. Onun bildiği şeyler uçağın bakımı, uçak motoru, yönlendirme ve şuradaki tüm tuşların hangi kabloya bağlı olduğu."
"Sanırım öyle Bayan Tanay ben adından başka bir şey bilmiyorum."
"Humm. Pekala."
Humm. Derken o dudaklar da neydi Tanrım? Yüce yaradan benimle dalga mı geçiyorsunuz acaba? Bir kadın dudaklarını nasıl bu kadar güzel kapatır. Birbirine bastırır? Bir M harfi o ses tellerinden bu kadar mükemmel çıkabilir mi? Gözlerimle ilgilenecek bir şey aramaya başladım. Bu sefer de dikkatimi saçları çekti. Ne yani bu sert kişiliğin altında bir sarışın mı vardı? Yemin ederim çocuk gibi olmama rağmen ondan daha yaşlı gösteriyordum. Bu nasıl olur ya?!
"Saçlarınızı nerede kestirdiniz?"
"Saçlarımı iki senedir kesmiyorum."
"Neden?" diye sordum bana baktı ama ses çıkartmadı.
"Saçlarınız boya mı?"
"Anlaşılan sen susmayacaksın. Al şunu."
Cebinden telefonunu çıkarttı ve bana verdi. Tuş kilidini kaydırıp şifreyi girdi. Elime alıp ne yapacağıma bakmaya başladım. Ters ters gözlerimi ona dikmiş bakıyordum.
"Birileriyle konuş işte."
"Ah haklısınız Sedat ile konuşmalıyım." Sosyal medya hesaplarımdan hangisine girebileceğime baktım. Tarayıcıdan girerek Sedat'a mesaj attım.
-Sedat sen var ya bittin oğlum hele bir döneyim eve o zaman göreceksin tersten.
+Oha kanka seni kovmadı mı o karı?
-Ne kovması ha? Uçağı geciktirmemesi gerekiyormuş. Biz Ali'yi uyandırsaydık hala disiplin kaydım temiz olacaktı.
+Disipline mi verecek seni?
-Ya ya! Hem de nasıl? Sicilimi karartın oğlum mahvettin beni.
+Kanka valla bilmiyordum. Ben üstlenirdim her şeyi ama biliyorsun benim kaydım da pek parlak değil.
-Biliyorum, biliyorum. Hadi gidiyorum ben. Telefonum dolabımda. Anneanneme söylersin. Uçuşta de ama söyleme durumumu. Hocalara da bir şey söyleme.
+Tamam kanka güven sen bana.
-Pek güvenmiyorum Sedat ama olsun bakalım. Telefonu eline verdim ve gözlerimi ona çevirdim.
"Teşekkür ederim Bayan Tanay."
"Sorun değil. İstersen biraz uyu yorgun gibisin."
"Hayır, teşekkür ederim." Gökyüzüne doğru kafamı çevirdim. Nefes almamı sağlıyordu resmen. Bu güzel güneşli gökyüzü. Hoşuma gidiyordu. Hayat böyle güzeldi işte.
"Bayan Tanay. Siz mitolojiye inanıyor musunuz?"
"Yunan Mitolojisi hoşuma gider ama pek inandığımı söyleyemem."
"Eğer inansaydınız Zeus'un bizi parçalayarak gönderdiğine inanır mıydınız? Lanetine?"
"Teknik olarak evet. Böyle bir şey olabilir. Sanırım sen epey ilgilisin. İstersen bana anlatabilirsin."
" Yunan mitolojisinde tanrıların kralı, Zeus'un yarattığı insanlar eskiden dört kollu, dört bacaklı, bir kafada iki ayrı yüze sahip, sırtlarından birbirlerine yapışmış şekilde ve her insan çift olarak yaşarlarmış. Bu insanlar çifter çifter oldukça mutlu şekilde, keyiflerine düşkünlükten dolayı tanrıları Zeus'a şükretmeyi unutunca Zeus insanları uyarmış. Kendisini unutan krallığına yakışan bir ceza vermek istemiş. Bakanların gözlerini kör edecek kadar parlak olan bıçağıyla insanları ikiye bölen Zeus ki bıçak yerine şimşeğiyle de olabilir onların ruhlarını ve bedenlerini ortadan ikiye bölmüş. Artık her insandan iki tane varmış, yani birbirinin aynı olmayan ama birbirinin eşi olan parçalar her tarafa dağılmış. Zeus insanları diğer parçalarından ayrı yaşamakla lanetlemiş ve böylelikle ömürleri boyunca ruh eşlerini aramaları için onları cezalandırmış. Kimi filozoflar bunun Zeus'un insanlığa büyük bir armağanı olduğunu düşünüyor."
"Peki sen bu konuda ne düşünüyorsun."
"Eğer insanlık gerçekten çift olsaydı hayattaki amaçlarını kaybetmiş olacaklardı. Etrafındakileri bir düşün lütfen. Hepsiyle en az bir kere bir sorunu hakkında konuşmuşsundur. Eğer çift olsaydık. Sen kendi eşinle ilgilenirdin ve mutlu olurdun. Dert duymak istemezdin. Teorik olarak onlar da mutlu olduklarından dertleri olmazdı olsa bile kafalarına takmazdı. Monoton bir şekilde hayat sürdürürdük."
"Ama şimdi herkes bir arayış içinde değil mi Aybars?"
"Öyle, hepimiz ruh eşimizi arıyoruz Bayan Tanay."
#KalbiDengem
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gökyüzündeki İki Kadın
ChickLitGirl*Girl "Kaptan, size bir şey söylemeliyim; Ben daha önce hiç uçak uçurmadım!!!" "Senin gibileri nasıl mezun ediyorlar?" "Ben mezun olmadım ki, son senem." "Üç senedir sadece tek tuşa basmayı mı öğrendin?" "Aw! Kusura bakmayın kaptan isterseniz...