"Kal."

524 46 14
                                    

Ev koyu pembe tonlarında bir renk ve beyazla boyanmıştı. Verandanın her köşesinde ve merdivenlerin her basamağında saksıya konulmuş çiçekler vardı. Ön bahçe yağmurla ıslanmış, taze çim kokuyordu. Köşede, büyük ağaca bağlanmış araba lastiğinden bir salıncak vardı. Hemen verandada, açık yeşil, büyük bir bisiklet vardı ve Daphne onu görünce birden gülümsedi.

Kapı zilini kullanmadan birkaç kez kapıyı tıklattı. İkinci çalışında kapı aniden açıldı ve içeriden bir adam çıktı. İnce çerçeveli gözlükleri, grileşmiş saçları, açık mavi gözleriyle, orta yaşlı bir adamdı bu. Gözleri Daphne'yi bulunca, okumayı yeni bıraktığı elinde taşıyor olmasından belli olan kitabı yere düşürdü, ağzı yavaşça aralandı ama hemen sonra büyük bir gülümseme ile ne gördüğünden emin olmak ister gibi geri çekilip tekrar baktı.

"Daphne?"

"Merhaba, Andy. "Daphne duraksadı. "Selam, baba."

Adam öne uzanıp ona sıkı sıkı sarılınca, Daphne onun omzunun üzerinden bakma fırsatı yakaladı. Mutfağın kapısına yaslanıp, tek eliyle ağzını örten kadına gülümsedi.

"Harry, Claire'yi ziyaret etmemi önerince geldim. "dedi babasından ayrılıp ona yürürken . "Seni özledim sanma."

Kadın ona sıkıca sarılıp yüzünü boynuna gömünce, Daphne onları bırakıp gittiğine pişman olmuş gibi hissetti. Uzun zamandır olan her şeye kendini öyle çok kaptırmıştı ki, onlara ayıracak zamanı olduysa bile neredeyse bir yıldır onlarla hiç iletişime geçmemişti. Oysa yetimhaneye gelip müdürün olumsuz yöndeki tavsiyelerine rağmen -kimse olur olmadık işlere karışan gizemli bir çocuğu evinde istemezdi- onu alıp gerçek bir evi olmasını sağlamışlardı. En azından onlara karşı daha az mesafeli olmak için biraz daha uğraşmaya karar verdi. Evet, işler yoluna girince bunu mutlaka yapacaktı.

Salona geçtiler. Televizyonda -Mrs Weasley buna bayılırdı, diye düşündü Daphne- bir Muggle filmi vardı. Üçlü koltuğa birlikte oturdular.

Lacivert rengi kanepelerin ortasında yuvarlak, krem rengi bir sehpa ve hemen karşıda aynı renkte televizyon sehpası duruyordu. Duvarlar mavinin biraz açık bir tonuna boyalıydı ve salonun bazı yerlerinde biblolar, camla kaplı duvarın yanında bir saksı vardı. Daphne o saksıdaki çiçeği hemen tanıdı.

"Her sabah suluyoruz."dedi Andy heyecanla. Onu bir çeşit baba figürü olarak düşünmek on üç yaşına girdiği gün alındığı için biraz zordu ama ona o şekilde hitap ediyordu. Daphne öyle söylemeyi çok istediğinden değil, Andy ve Claire bunu hakettiği için.

"Evet, biliyorum."dedi içtenlikle. "Kahve içelim mi?" Ayağa kalkıp mutfaktaki Claire'ye doğru ilerlerken, şu anne baba meselesini yeniden düşündü. Sevgiyi ve koşulsuz güveni daha çok hak eden kim vardı?

Mutfak da aynı açık renklerle döşenmişti. Arka bahçeye açılan kapının yanındaki dolaptan, Claire'yi elinde mısır kavanozuyla gördü.

"Kahve almaya geldim." dedi gülümseyerek.

İşini olabildiğince hızlı halletmek için kahve makinesini biraz ileriye doğru alıp kendine yaklaştırıdı. Üst raftan kahveyi aldığı sırada kendisini seyreden bir çift gözü hissetti.

"Öyle mi ?"dedi Claire, tek kaşı havada.

Daphne işini bitirip de kahvenin hazır olmasını beklerken dönüp ona baktı. Ters giden bir şeyler olduğunu hemen kavramış olması Daphne'yi pek de şaşırtmadı doğrusu. Belki gerçekten -biyolojik olarak bu acı bir gerçekti- annesi olsaydı, zekasını ondan aldığını düşünebilirdi. Ama, hayır, değildi. Zekasını kimden aldığını hiç bilemeyecekti.

The Dead Tell No Tale (Harry Potter Fiction) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin