Yeniden tanıdık sokaklarda olmanın iyi hissettireceği yanılgısına nereden kapıldığına emin değildi. Karşıda, git gide yaklaşıyor gibi görünen Hogwarts şatosunun hayaleti netleşmeye başlarken, uzanıp asasını sıkıca kavradı.Snape'i gördüğünde onunla yüzleşeceği falan yoktu. Asla yalnız başına hareket edecek kadar cesur olmayacak biri karşısında pek şansı yoktu ama denemeye değerdi.
Buraya gelişinin bir nedeni de yoktu. Bir şekilde, canının acıdığını hissetmeyecek kadar hissizleşmişti. Yeniden hislerini geri kazanmak için gelmişti belki de. Harry'ye yazdığı gibi.
Bir de Harry vardı. Hortkulukları birlikte aramak istediği konusunda ısrar edip onu ikna ettikten sonra, Snape'in peşine düşmüştü işte. Harry'yi yapayalnız bırakmıştı.
Bunu şimdi yapmak bencilce hissettiriyordu. Kabul et ya da etme, dedi kendi kendine. Snape ile yüzleşmeye, ailesinin ölümünden o sorumlu olmasaydı, belki de hiç gelmeyecekti.
Harry'nin ailesi için, kendi öz ailesi için, ailesini kaybeden herkes için, Cedric için üzülmüştü. Dumbledore için üzülmüştü. Sonra Moody için üzülmüştü. Ailesi için, hiçbir şey hissedemeyecek kadar bitkindi şimdi.
Evet , hislerini geri almaya gidiyordu.
"Biri yaklaşıyor."dedi kapıdaki iki kişiden biri.
Daphne, kukuletalı olduklarından yüzlerini göremiyordu ama sesi hemen tanımıştı. Hani şu isimlerini bile anımsamadığı ikiz kardeşlerdi bunlar.
"Sersemlet!"dedi aceleyle. Teki yere serildiğinde, diğeri hızla asasını çekip öne atıldı. Kukuletası ani hareketiyle geriye doğru savruldu.
"Avada keda-"
"İmperio!"
Gözleri boşlukta bir yere odaklanır gibi olunca, Daphne bir şeyi anımsadı. Hatırladıkları, Bellatrix'in Sirius'u öldürdüğü akşam, Harry'ye söylediklerinden başka bir şey değildi. Affedilmez lanetlerden birini kullanmak hakkında söyledikleri...
"K-kapıyı aç."dedi kekelemesine engel olamayarak. Zaten bakanlık tarafından aranıyordu, şimdi bir de affedilmez lanet kullanmıştı. Bu işleri daha kötü yapar mıydı?
Yapamaz, diye düşündü. Her şey zaten kurtarılamayacak kadar berbat durumdaydı.
Ve köprüye çıkan, Daphne'nin daha önce varlığını anımsamadığı kapı bir anda açıldı. Köprü boyunca sıralanmış siyah kukuletalı Ölüm Yiyenler'in görünmeyen yüzlerine tek tek baktı. Hiçbiri asalarını çekmeyince, Daphne yüzünün görünmediğini ve yanında kukuletasız bir Ölüm Yiyen olduğunu anımsadı.
Üzerlerine esen soğuk ayazın altında yeni bir emri vermeye cesaret edemeyerek ilerlediğinde, Ölüm Yiyen onu sorgusuzca takip etti.
Şatonun gittikçe yaklaşan silüeti karşısında, yavaş yavaş yükseliyordu. Etrafı sisle kaplanmıştı ama büyüleyen görüntüsünden bir şey kaybetmediği kesindi. Yine de, Daphne'nin gözüne eski sıcak Hogwarts gibi görünmedi.
Büyük kapı açıldığında, Daphne bir an orada donup kaldı. Buraya ilk girişini anımsamadan edemedi. Yanında Hagrid ile, ıslak, üşümüş ve biraz temkinli, katı bir yüz ifadesiyle ile adımını atmıştı. Bir süre arazide donup kalmış, şatoyu seyretmişti ve uzun zaman sonra gerçekten gülümsediği tek an oydu. Hagrid de arkasında duruyordu. Karşıdaki büyük merdivenler ve yerini ezbere bildiği Büyük Salon gözünün önünde canlanınca, koşup yatakhanelere çıkmamak adına dudaklarını ısırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Dead Tell No Tale (Harry Potter Fiction)
FanficLumos ! @SlnFhl, @Aisha_Volpina, @minibayku ve eğer buradaysan sana ithafen; Önce yılan ateş aldı, sonra aslan ve porsuk, ardından da kartal. Hepsi birer kül olup ateşe katıldılar. Odadaki karanlığı aydınlatmaya değil ama bir nebze ısıtmaya yetece...