"Ölmemiş..."Narcissa Malfoy, titreyen elleriyle ağzını kapattı. Gözleri hâlâ Snape'in odadan çıkarıp taşıdığı Daphne'nin üzerindeydi. Kızın bilinci yerinde değildi ama Snape onun ölmediğini söylemişti ve kapının aralık kaldığı bir saniyede, Narcissa ve diğerleri, odanın ve Voldemort'un halini net olarak görmüşlerdi.
"Ölmemiş..."dedi yeniden, oğluyla yaşıt başka bir çocuğun ölmemesinden mutlu olduğunu gizlemeye çalışarak. "Nasıl olur?"
"İçeri giremem." diye mırıldanıyordu Bellatrix. "Şimdi olmaz herhalde. Küçük, iğrenç-"
"Bellatrix!"
Bellatrix aniden sustu. Vücudu hemen kaskatı kesildi ve rahat duruşu anında bozulurken, hırıltılı sesin geldiği odaya doğru ilerledi. O salona girerken, görkemli giriş kapısı ardına kadar açıldı ve Lucius Malfoy her şeyden habersiz içeriye girdi.
Bir an, eşine ve oğluna kısaca baktı. Donmuş gibi holün ortasında dikilmişlerdi, ikisi de hafif hafif titriyordu, renkleri kireç gibi beyazdı. Karanlık Lord burada olmalıydı.
"Neler oluyor?" Cübbesini aceleyle asarken mırıldanarak onlara doğru ilerledi.
"Karanlık Lord düellodaydı," dedi Draco tek nefeste, annesine biraz daha yaklaştı. "Daphne Browary ile."
Lucius kelimenin tam anlamıyla dondu kaldı. Sonra kesik bir nefes aldı, gözleri salon kapısına döndü ama hemen sonra kendine gelir gibi başını yukarı kaldırdı.
"Ve?"
"Karanlık Lord yaralı." dedi Draco yine. Sesi aceleci ve heyecanlıydı. "Browary baygın ama hiç yarası yok." Omzunun üzerinden babasına baktı. "Tamamen sağlam."
"Sağlam..."diye yineledi Lucius kısık sesle. İçeriden Bellatrix'in yardım etmek için yalvaran sesi duyuluyordu. "Narcissa, benimle bir saniye gelir misin ?"
Kadın tereddütle oğluna baktı, omzunu yavaşça sıkıp Lucius'u beklemeden merdivenlere yöneldi.
"Odana çık."dedi Lucius, eşini takip etmeden önce.
Birkaç dakika, Draco olduğu yerde kaldı. Hogwarts'da tanıdığı süre boyunca, Daphne Browary'nin karanlık sanatlara karşı olan ilgisi barizdi. Ancak, Karanlık Lord'u lanetleyecek kadar iyi olduğuna inanmak güçtü. Neden yaralanmamıştı? Voldemort neden onu oracıkta öldürmemişti?
Ve aniden, odasına gitme fikri ona çok aptalca göründü. Can havliyle olsa gerek, kimse salonun kapısını mühürlememişti. Yavaş adımlarla kapıya ulaştı ve kulağını özenle çift kanatlı kapıya yasladı. Bu adla yapmayacağı bir şeydi ve aptallığı cesaretle karıştırıyor olmaktan korkuyordu.
"... Bir daha sakın, sakın onu inciteyim deme... " diyordu Voldemort.
"Lordum..." Bellatrix, bir şey söylemek ve sonsuza kadar susmak arasında kalmış gibi duraksadı. Nefes almıyor, alamıyor gibiydi. "Lordum, anlayamıyorum..."
"Anlaman gerekmiyor!"dedi hırıltılı, yorgun bir ses. "Anlaman gerekmiyor, Bellatrix! Sana emrettim, emirlerime..." Güçlükle bir nefes aldı. "Emirlerime uyacaksın."
"Elbette, Lordum. Lakin hiç anlamadım. Yıllarca onu korudunuz, Lordum. Yıllarca kordunuz ama o... İhanet-"
Bir takırtı ve Bellatrix'in kesilen nefesi duyuldu. Sonra kadın fısıltıyla birkaç defa özür diledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Dead Tell No Tale (Harry Potter Fiction)
FanfictionLumos ! @SlnFhl, @Aisha_Volpina, @minibayku ve eğer buradaysan sana ithafen; Önce yılan ateş aldı, sonra aslan ve porsuk, ardından da kartal. Hepsi birer kül olup ateşe katıldılar. Odadaki karanlığı aydınlatmaya değil ama bir nebze ısıtmaya yetece...