1. kitapta çok merak edilen bir karakteri yazdım bu sefer. Ben sevdim açıkçası Ivan'ı. Umarım siz de sevmişsinizdir.
İyi okumalar! :) ❤
Ivan.
Ivan Serafima.
Kafasında çınlayan kendi ismi... Kalbinin gürültüsü ve damarlarından akan kanın hışırtısı.
Lordhor'un en büyük omyssa'sı. Özgür olmayan bir bedenden başka hiçbir şeyden ibaret olmayan bir et parçası. İnsanları tek bir bakışıyla istediğini yaptıran, yirmi yaşına bile basmamış genç ve bir garip adam... Hatta bir oğlan çocuğu...
Bir iki üç dört... Bir iki üç dört... Bir iki üç dört... Ardından yedi, sekiz... On beş, on altı, on yedi... Yirmi... Otuz...
Sayılar, Ivan'ın beyninde dolaştı. Kulakları tiz bir sesle çınladı. Karnındaki ruhi eller kafasına uzandı ve onun beynini tutup çekti. Ivan'ın gözlerinde, beyninin kanlı bir şekilde ellerinin arasına geldiği canlandı. Düşünceleri hastalıklıydı. Hayalleri hastalıklıydı. Beyni ise... Bazen düşünemiyordu.
Ve düşündüğü şeylerden biri de sayılardı.
Çevresindeki insan sayıları...
Bir bakışıyla yerle bir ettiği insan sayıları...
Arkasındaki muhafızların sayısı...
Odaklandı. Gücüne odaklandı. Hâlâ özgür değildi. Hiçbir zaman özgür olamayacaktı. On sekiz yıl boyunca bir zindana hapsedilmişti ve o Mordroyketi'nin ateşinde yanmamak için hile yapıp, insanlara gözbağcılık yapıp kaçmamıştı bile. Yaşamı boyunca kilitlenmişti. Ohandon onu kandırıyor muydu?
Hayır, özgür olamayacaktı. Ama Ohandon sözünü tutarsa ne olacaktı? Bu güzel havayı tekrar soluyabilecek miydi? Yoksa hapishanenin o tozlu havasını tekrar ciğerlerinde mi hissedecekti?
Neden? Neden yıllarca Mordroyketi ona yardım etmemişti? Ivan sırf tanrıçasına yaranabilmek için güçlerini bile kullanmamışken, neden tanrıçası onu görmüyordu? O bazen yardım etmiyordu. Bazen adil değildi. O her şeyi görüyorsa Ivan'ı da görmesi gerekiyordu. Ama tanrıçası bile umursamamıştı onu, herkes gibi.
Şimdi... Arkasındaki muhafızları tek bir bakışıyla yıkıp kaçsa mıydı?
Hayır. Bunu yapamazdı. Ülkesine ihanet edemezdi.
Ama onlar Ivan'a acımasızca ihanet etmişti.
O bir melezdi. Irkı hem Lordhor'dan, hem Predezia'dan da geliyordu. Böylece hem Lordhor'a, Predezia'ya ihanet mi etmiş oluyordu? İki yönlü vatan haini mi sayılıyordu?
Ah, cidden! İhanet kimin umurundaydı? Umurunda olan özgürlüğüydü.
Şimdi Ohandon'un dediğini yapacak, sonra da onun söz verdiği özgürlüğüne kavuşacaktı. Ohandon'un verdiği emir; Kral Lev ile sürekli onunla olan kızı alıp ona teslim etmekti. Bir mahzende tıkılıp kalmayı artık istemiyordu. Artık bu güzel dağlara bakmak, çizmeleriyle çimenlere basmak, dışarıda rahatça uyumak istiyordu. Bunları deli gibi istiyordu. Çok, çok istiyordu. Özgürlüğünü istiyordu. Artık katlanamıyordu: Gardiyanların o tavırlarına, insanların sanki ona bir suç işlemiş gibi bakmasına, hiçbir suçu olmamasına rağmen zindana tıkılmasına.
Artık deliriyordu. Çıldırmak üzereydi. Zaten bugüne kadar delirmemiş olması garipti. Belli etmiyordu ama canı çok yanıyordu. O kadar yalnızdı ki... Tek bir kişi bile yoktu etrafında. O dört duvar ile çevrili hücreden nefret ediyordu. Orada açlıktan bayıldığı günleri hatırlayınca her şeyden çok, çok daha nefret ediyordu. Kendinden bile nefret ediyordu. Tek suçu farklı olmasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜMCÜL TUTKU
FantasyFantastik #6 Yeşil Prenses serisinin 2. kitabıdır. 1. kitabı Yükseliş'tir. İçimizdeki karanlığı bir mum ışığıyla yok edemeyiz. ♕ Kim bilirdi ki bir kölenin bu kadar yükseleceğini? Bir kralın tutkusuna, arzusuna esir kalacağını... Ama kendisinin...