3.Bölüm • Tanrıçanın Merhametsizliği

12.3K 1K 116
                                    

Lordhor'a ulaştılar. Ivan tüm bu dört gün içerisinde gücünü elinde tutmaya, Kral Lev ile Darya'yı tek bir an bile boş bırakmamaya çalıştı. Diğerleri uyurken o pek uyumamıştı. Birkaç kez uyumuştu fakat onlar da en fazla dört saatlikti. Şimdi ise gözleri kan çanağında dönmüş, yanıyordu. Birkaç kez deniz kıyısına yaklaşmışlardı ve sahildeki tavernada insanlar işlerini görmüştü.

Dört gün zarfında çok da bir şey yememişlerdi. Birinci gün yalnızca iki kalıp keçi peyniri yemişler, biraz da arpa suyu içmişlerdi; ikinci gün ise denizden balık tutup, onları yıkayıp, çiğ bir şekilde yemişlerdi. Bu cidden iğrenç olmuştu ama o kadar açlardı ki gözleri bunu bile görmüyordu. Üçüncü gün ile dördüncü gün ise muhafızlar tavernadan meyve, koruk suyu ve pişmiş tavuk satın almıştı. Bunlarla idare etmişlerdi. Çiğ balıktan kat kat iyiydi.

Şimdi ise tam, yolu Lordhor Sarayı'na çıkan sahildelerdi. Kayıkçılar kayıklarını alıp gitmişti ve Ivan, Kral Lev, Darya, muhafızlar deniz kıyısındalardı. Saray buradan bile görünüyordu; epey yakındı. Zaten Lordhor Sarayı'nın en büyük güzelliği, sahilin dibinde olmasıydı. Böylece camdan baktığında bir güzellik görünüyordu. Gerçi Ivan bu duyguyu hiç yaşamamıştı ama yaşamak isterdi. Ama acı bir gerçek vardı: Yaşamak istese de yaşayamazdı, asla.

Burası çok sıcaktı. Hatta Ivan'ın alnından terler akıyordu. Buna alışık değildi. Mahzen genellikle buz gibi soğuk olurdu. Bazı günlerde ise bu soğuk, tenine bir bıçak gibi saplanırdı. Cenin pozisyonunu alıp kapkaranlık ve soğuk yerde ısınmaya çalıştığı günleri hatırlamamaya çalıştı.

Yolculuk yaparken yanında olan Muhafız Uboyd'a baktı. O da aynı şekilde ona bakıyordu. İkisi de bitkindi ve Muhafız Uboyd'un bordo renkli kıyafeti kirlenmişti. Elinde tuttuğu miğferi, terden alnına yapışmış siyah saçlı kafasına taktı ve üstünü silkti. "Gidelim," dedi.

Ivan cevap vermedi ama başını onaylarcasına salladı. Muhafızlar ve kuklaları ile birlikte yürümeye başladılar.

İçinde güzel bir his vardı. Evet, kendi kralına, Ohandon'a güvenmiyordu ama yine de başka çare var mıydı? En azından şansını denemek zorundaydı. Az sonra Predezia kralıyla yolculuk boyunca eldivenlerini çıkarmayan o kızı teslim edecek, sonra Ohandon, Ivan'ı serbest bırakacaktı. Her şey bu kadardı.

Saraya girdiler. İnsanlar, Kral Lev'i, Ivan'ı ve Darya'yı görmeyle beraber gerildi. Saray halkının Darya'yı tanıdığını sanmıyordu Ivan. Ama Predezia kralını ve Ivan'ı tanıdıkları kesindi. Onların asıl şaşırdığı şey Ivan'ın öylece gezmesi, Kral Lev'in tıpkı bir kukla gibi itaatli, buz gibi donuk olması olmalıydı. Kulağını dolduran fısıldaşmaları yok saymaya çalışarak taht odasına girdi. Taht odasının tahtında şu anlık Meargor yoktu ama Ohandon vardı. Ohandon'un tam yanında ise Bahsgal vardı. Petronus yoktu; bu da pek Ivan'ın umurunda değildi. Üst dereceden muhafızlar tamamen zırhlı, mızraklı bir şekilde odanın kenarını donatmışlardı.

Ohandon'un surat ifadesi, onların geldiğini görmeyle beraber hızla değişti. Bu değişim o kadar ani olmuştu ki Ivan hayal mi gördüğünü sorgulamadan edemedi. Mutlu surat ifadesini gerginlik aldı. Ama bu gerginliğin altında yatan zafer ifadesi aşikardı. Çenesini kaldırdı ve muhafızlara baktı. "Hepiniz çıkın!" diye tısladı. "Bahsgal, sen kal."

Muhafızlar, Ivan'ın arkasındaki muhafız da dâhil, tereddütte kalsa da odadan çıktılar. Büyük kapı onların ardından kapandı.

Ivan reverans yaptı. Aslında bunu yapmayı hiç istemiyordu ama zorundaydı.

"Demek onları getirdin, omyssa," dedi Ohandon. Sesi, kar yağan bir kış gecesi kadar soğuktu. Ellerini, beline kadar uzanan garip, düz, sarı saçlarına koydu. Ardından şakağına yasladı. Gözlerini kıstırıp karşısındakileri süzdü. "Şimdi... Bahsgal?" Kafasını yavaş hareketlerle müşavirine döndürdü. "İlk önce fosili bana ver. Sonra onları zincire vur."

ÖLÜMCÜL TUTKUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin