Telefondaki ses her ne kadar duygularını gizlemeye çalışsa da; Hazan annesinin ağlamaklı halinin ses tellerine yansıyan ızdırabını çok iyi tanıyordu. İçi bir anda cız ederken kalbine saplanan acı ise ilk İnci'yi getirdi aklına. Derin derin nefes almaya çalışırken bir anda mekanın ayaklarının altından kaydığını hissetti. Çünkü evlada duyulan korkunun ne demek olduğunu da biliyordu artık.
"İnci'ye mi bir şey oldu anne? Ne olur bir yanıt ver."
Annesi nefesini toplayıp da bir türlü cevap veremiyordu. Son bir çırpınışla genzine yapışan acıyı temizlercesine bir çırpıda yanıtını verebildi sonunda.
"Yok yavrum İnci'yi karşı komşumuz Hanife Hanıma bıraktım. Şu an ambulanstayım. Baban fenalaştı hastahaneye kaldırıyoruz."
Üzülse mi sevinse mi bir kaç saniye bu bocalamanın pençesinde kıvrandı Hazan. Ne yaman bir çelişki bu böyle diye iç geçirdi. Bir yanda canının bir parçasının iyi haberiyle rahatlarken diğer yandan ise ciğerinin bir parçasının yangınıyla kavrulduğunu hissetti. Umut ise Hazan'ın halinden yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu sezerek Hazan'ın eşyalarını toparlamıştı bile. Onur ve Esmira ise ne olduğunu anlamaya çalışan bir ifade ile onları süzüyorlardı. Hazan kısa bir açıklama yapıp kusura bakmamalarını rica ederek müsaade istedi.
Bu güzel tanışma yemeğini tadsız bir haberle bölmüş olsa da bunda da bir hayır olduğunu düşünerek Umut'un koluna sıkı sıkı tutunarak mekandan ayrıldılar. Kafası allak bullak olan Hazan ne yapması gerektiğine dair karar vermeye çalıştı birkaç saniye. Ev ve hastahane zıt istikametlerde yer alıyordu. El mahkum Umut'tan İnci'ye gitmesini istedi. Umut ise Hazan'ı bu halde tek başına bırakmak istemese de Hazan'ın hüzünlü ancak kararlı bakışlarına itiraz edemeden söyleneni yapmak zorunda kaldı. Çünkü biliyordu ki bu kez de aklı İnci'de kalacaktı Hazan'ın.
Hastahaneye ulaştığında ise koridorda annesini tek başına ağlarken buldu. İlk edindiği izlenim ise babasının bu soğuk odalardan tekrar çıkma ihtimalinin zayıflığı oldu. Bir yandan annesini teselli etmeye çalışırken diğer yandan da ağzının içinde zehir gibi bir tad bırakan acıyı bertaraf etmeye çalışıyordu. Ama ne zihni ne de kalbi bu ihanet kokan duygulardan başka bir şey bırakmıyordu avuçlarına. Babasının bahtı kara hastalığı yendiğini sanmakla hata ettiğini anladı. Ayça'nın yaşamak için İstanbul'u tercih edişinden beri İnci'nin minik yüreğiyle oyalanan babası, yıllardır savaş verdiği meydanda kan kaybetmeye devam etmişti demek ki. İnci onun için bir umut ışığıydı; belki o saracaktı eksilen hücrelerinin yarasını. Ama olmamıştı işte...
Kolay mıydı vücudu ele geçiren o adı batasıca virüsün, her gün santim santim kemirdiği tahribatların önüne geçilmesi? Ah Karadenizim ah bahtına leke sürülmüş memleketim! Ne olur bir can daha alma, ne olur benim babamı es geç bu defa diye iç geçirdi Hazan. Ya Karadeniz ne cevap verirdi ona? Tamam diyebilir miydi, korkma artık bitti diyebilir miydi? Yoksa yeşilimin, gri denizimin alnına yazılmış bu kader bana reva görülmüş, benim tenim sızlamaz mı benim bağrım yanmaz mı, elden ne gelir mi derdi?
Günler boyu ev ile hastahane arasında mekik dokudular, bedbaht hastahane koridorlarını arşınlayıp durdular. Allah'a tevekkülle yalvaran avurtları ise bu süreçte çukura indi. Ancak o soğuk odanın acımasız pençeleri bırakmamıştı babasının savunmasız bedenini. Buz kesmişti her bir uzvu, buz kesmişti geleceğe dair umutları, bir tek yaşanmışlıklarının zihnindeki sıcaklığı terk etmemişti onu; ancak bu da yetmemişti, çünkü ebedi yolculuğun vasıtasındaki yeri ayrılmıştı bir kere. Yaradan yanında yer açmıştı onun da ruhuna...
Her ölüm erkendi, her ölüm ciğerleri kanırtan acılarla lime lime ederdi benliği. İnsanın kaç tane canı olurdu ki; ızdırabın kollarında bir bir can verirken tekrar dirilir vücut bulurdu hisler. Aynen böyle hissediyordu Hazan. Babasının ruhunda bıraktığı tahribat kelimelere dökülemiyordu, ancak ruhunun bölünüp bölünüp tekrar bütünleşmesiyle anlıyordu bu acı tadı. Diğer yandan ise o bir evlat, o bir kardeş, o bir eş ve anneydi şu an gereksinim duymadığı diğer statülerinin yanında. Dik durması gerekiyordu bu takdiri ilahinin karşısında. Dik durup etrafındakilere kol kanat germeliydi, İnci'yi ihmal etmemeli, Umut'un onu destekleyen çırpınışlarını yormamalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"mektubat-ı aşk" 2 KANSER (TAMAMLANDI )
RomansHazan ve Umut'un hikayesi "mektubat-ı aşk" kaldığı yerden devam ediyor... Nice imtihanlara esir düşen yürekleri bu kez kavuşmanın sarhoşluğuyla hayat yolunda akıp gidecekler... Zaman... Üzerine binlerce sözcük adanan, kimi zaman günah keçisi ilan ed...