25. Canavar

44 3 0
                                    

"Bu, Bu mümkün değil Anthony.."

Anthony panikle avcı sembolüne baktı.
"Tamamen silinmiş, Jane!"

Kabullenememiştim. Anthony'ye bakıyordum. Bir vampir avcısı, nasıl vampire dönüşebilirdi?

Lavobonun altındaki dolaba sırtını yaslamış, başını iki elinin arasına almıştı. Yüzünü göremiyordum.

"İmkansızdı..." diye fısıldadı.

Diz çöktüm ve ellerimi dizlerinin üzerine koydum.
Ellerini başından çekti ve bana baktı.

"Ben vampire mi dönüştüm?"
Sesi ağlamaklı çıkıyordu. Hatta ağlıyordu.

"Ben bunu istemiyorum." dedi. Başını sıkıştırdı elleriyle. "Hayır... İstemiyorum!"

Ellerini tutarak başından çektim.

Mavi gözleriyle gözlerime baktı. Ardından bana sarıldı.
"Bu benim için çok ağır, Jane..." diye fısıldadı.

"Biliyorum."

Kollarını yavaşça sırtımdan çekti ve bana baktı. "Ben bununla nasıl yaşayacağım?"

"Sana öğretirim. Beraber üstesinden gelebiliriz."

"Olivia'nın yüzünden oldu hepsi. O sıradan bir vampir değildi. Benim avcıya dönüşmemi sağlayan vampirdi. Beni ısırınca da..."

Devam edemedi. Acının gözlerinde dalgalanışını görüyordum.

"Şş, tamam." dedim gözyaşını silerken." Biliyor musun o kadar da kötü bir şey değil vampir olmak."

"Jane lütfen..."

"Hayır, gerçekten. Çok fazla özelliğimiz var mesela."

"Ben avcıyken de vardı. Şimdi tek fark bir kan emiciye dönüşmem oldu!"

"Anthony kaç kilometre ötedeki sesleri duyabiliyorum. Çok uzaktaki kokuları bile algılayabiliyorum. Uçaklarla yarışabilecek kadar hızlıyım. Asla yorulmuyorum. Şimdi bu özellikler sana da verildi. Birlikte olmamız çok kolaylaştı. Artık seni ısırma korkum olmayacak. Senin beni öldürme korkun olmayacak."

Mavi gözleri buz tutmuştu. Soğukluğunu hissediyordum.

"Hiçbirini istemiyorum."

Ayağa kalktı ve merdivenlerden aşağı inerek kayboldu.

***
Sabah olmuştu. Anthony evde değildi ve ben bundan gerçekten korkuyordum.
Birilerine zarar verebilirdi ya da kendine zarar verebilirdi.

Geceden beri yoktu.
Yanına telefonunu da almamıştı.
Onu aramaya gidemiyordum çünkü Blanie ve Colin'i evde bırakamazdım.

Dış kapı açıldı ve Anthony içeri girdi.
Yüzündeki çöküklük gitmişti ve dudakları koyu kırmızı olmuştu.

"Neredeydin?"
Hızla yanına gidip ona sarıldım. Ama o bana sarılmıyordu.

Kollarımı çektim ve gözlerine baktım.
Acının yerine nefret gelmişti gözlerine. Ya da hissizlik. Boşluğun içine çekiyordu beni sanki.

"Anthony... İyi misin?"

"Hiç bu kadar iyi olmamıştım."
Dalga geçiyor sanmıştım ama ciddiydi.

"Ne yaptın sen?" dedim korkuyla.

"Hissetmeyi reddettim." Kulağıma eğildi. "Duygularımı kapattım."

"Aman tanrım..."

Gülümsedi ve yukarı çıktı.
Üzerinde ciddi anlamda kan kokusu vardı.
Arkasından gittim. "Birine zarar vermedin, değil mi?"

Durdu ve düşündü. "Bilmiyorum. Sanırım birkaç kişiyi öldürdüm."

Anthony'nin yeni hâli beni çok korkutuyordu. Onu tanıyamıyordum.

"Kendine gel Anthony!"

"Neden? Acı çekebilmek için mi?"

"Acı bile bazen gerekli. Sen bu değilsin!"

Tam o sırada Blanie ve Colin emekleyerek yatak odasından çıktı.

Belki onları görünce düzelir diye umut etmiştim. Ancak yüzüne yerleştirdiği donuk ifade ile onları süzdü, yanlarından geçip banyoya gitti.
Derin bir nefes aldım. Anthony ile baş etmek sandığımdan daha zor olacaktı.

Çocukları da alıp salona geçtim. On beş dakika sonra Anthony de salona geldi.
Elindeki kan torbasını fark etmiştim.
Tıpasını hiç tereddüt etmeden hızla açtı ve dudaklarına götürdü.
Gözleri kırmızıya dönmüştü. Şaşkınlığımı gizleyemedim çünkü o bu haldeyken de güzeldi.

Hiçbir şey demedik. Öylece baktık sadece. Çünkü suskunluklarımız konuşuyordu aslında kendi aralarında.

Colin ve Blanie'ye baktım. Huzursuzluğu hissediyorlardı.
Ben bunları düşünürken tuhaf bir şey oldu.
Colin koltuktan tutundu. İlk önce ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım ancak sonra o ayağa kalkıp adım atınca büyük bir hayretle onu izlemeye devam ettim.
Blanie'de onun yaptıklarını yaptı. Zaten onlar koordine hareket ediyorlardı daima.

"Aman tanrım, yürüyorlar!"

Anthony'nin yüzünde tek bir kas kıpırdamadı. İfadesizce ikizlere bakıyordu.

"Anthony?" dedim. Dikkatini çekmek için çabalıyordum.

Donuk , koyu kırmızı gözleriyle bana baktı.
"Ne?" dedi sertçe.
"Bebeklerimiz yürüyor."

Boştu. Ruhu yok olmuş gibiydi. Gerçekten bir vampirin gözleriydi. Huzur bulduğum maviler şu an yok olmuştu.
"Bana ne?"

"Onlar bizim."

"Olabilir."

"Tanrım beni çıldırtıyorsun!"

Yüzüne vurmak istedim. Çocuklarımızın yürümesi hiçbir anlam ifade etmiyordu onun için.

"Umurumda değil."

Hızla ona atıldım ve elindeki kan torbasını yere fırlattım. Kan, beyaz halıya yayılırken ben Anthony'nin üzerine düşmüştüm.
Dudaklarımız çok yakındı. Nefesini hissedebiliyordum. Kulağına doğru eğildim ve fısıldadım.
"Benim sevdiğim adam içinde bir yerlerde, onu öldürmene izin vermeyeceğim, Anthony. Onun Bu canavarın bedeninde hapsolmasına izin vermeyeceğim."

Beni eliyle itip ayağa kalkarken "O öldü zaten." dedi. Sonra salondan çıkıp gitti.

***

Bir hafta geçmişti. Anthony hâlâ aynıydı.
İkizler ciddi anlamda büyümüşlerdi.
Korkuyordum, ne zamana kadar böyle devam edecekti büyümeleri?

Eğer böyle devam ederse... Düşünmek bile istemiyordum.
Onlar vampirdi ve hücreleri çok hızlı bölünüyordu. Ama aynı zamanda bir insana benzeyen vücut yapıları vardı. Damarlarından kan akıyor, nefes alıyorlardı.
Ölümsüz değildiler.
Bir yandan Anthony için endişeleniyordum. Evden çıkıyor ve saatlerce evde olmuyordu.
Dışarıda neler yapıyordu bilemiyordum. Çünkü o artık tanıdığım Anthony değildi.

Benim tanıdığım Anthony onun da dediği gibi ölmüştü.
Bunu gerçekten kabul etmiştim. Düzeltmek için her yolu denemiştim ama asla olmadı.
Onun en karanlık yönü vampir oluşuyla hayat bulmuştu.
Ve ben o karanlığı aydınlatabilecek kadar aydınlık değildim.




KOYU KIRMIZIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin