Sevgili okurum;Bu hikâye yazarın (yani benim fgdfgasg) ilk paylaştığı yazıdır. Okuduğun zaman pişman olmayacağına kesinlikle eminim o yüzden kesinlikle bir şans vermelisin.
Sevgili yazarın.
Can kapıyı alacaklı gibi çalarken bir yandan telefon görüşmesini sürdürüyordu, "Emin misin bilgi kesin değil mi?" dedi, heyecanlı heyecanlı. "Bana bak oğlum eğer bilgi yanlış çıkarsa seni çıktığın yere geri sokarım," diye karşı tarafı uyardı genç adam.
Bu sırada kapı evin emektarı Fatoş Sultan tarafından açılmıştı. Can, Fatoş Sultan'a kafasını hafif eğerek selam verdikten sonra ağabeyinin çalışma odasına doğru yol aldı. Telefonla alması gereken bilgileri aldıktan sonra karşıdaki adamın yüzüne kapatıp, kapıyı bir kez tıkladı ve içeri girdi.
"Ağabeyi haberlerim var sana, Miraç Derin denilen herif İstanbul'a ayak basmış," bunu derken genç adamın gözlerinin içi gülüyordu. Sanki bir hazine bulmuşta ağabeyine sunmuş ufak bir çocuktu.
Miraç Derin'in namını çok duymuşlardı ama Çağmanlara göre uğraşılacak yeni bir oyuncak çıkmıştı.
Araf Çağman ise kapının sağ tarafındaki siyah geniş koltuklara oturmuş, elindeki yaraya adam akıllı pansuman yapmakla meşguldü. Can ağabeyinin elindeki yarayı fark eder etmez yanına gidip karşısındaki kahverengi tahta klasik ve her türlü pahalı olduğu anlaşılan orta sehpaya oturdu.
"Ne oldu lan sana?" bu soruyu sorarken bir yandan da elini eline almış incelemekle meşguldü.
"Yok bir şey," diyerek elini çekti genç adam tüm umursamazlığıyla ama bunu derken gözlerinde bir ateş topu yanmış ortalığı ateşe vermişti.
"Ağabeyi kavga mı ettin, ne oldu anlatsana," Can bunu sorarken babası gibi gördüğü ama kedinden sadece iki yaş büyük ağabeyi için endişelendiği bariz ortadaydı.
"Küçük sinir bozucu bir böcek canımı sıktı."
"Hastanelik her halde herif?" diye sordu Can, Araf'ın huyunu bilirdi. Canını sıkanın canını sıkmadan bırakmazdı.
"Kadındı, bir şey yapamadım." Diye yakındı Araf ama bunu söylerken canı gönülden erkek olmasını dilediği belliydi.
"Eline ne oldu o zaman?" Can'ın endişeli sesi gitmiş yerini keskin bir alay almıştı. Tahmini kafasının içinde dönmeye başlarken dile getirmekten geri durmadı.
"Sinirini camdan falan mı çıkardın?" sesinden gülmek istediği ama kendini tuttuğu ortadaydı.
"Can siktirme belanı dökül, mevzu ne?" genç adam bunu söylerken yüzündeki öfkeyi zehir gibi kusuyordu.
"Derinlerin veliahttı sonunda İstanbul'a teşrif etmişler. Özel jeti üç saat önce Sabiha Gökçen'e inmiş."
"Tek bildiğin bu mu? Adam akıllı bir şey bulamadınız... Herifin elimizde resmi bile yok." Araf'ın yüzünden öfkesi açık bir metin gibi okunuyordu ve Can bu metni okumayı yıllar önce öğrenmişti. Artık ağabeyinin nefes alışverişlerinden bile nasıl hissettiğini anlardı. "Okuduğu okulları, aldığı eğitimleri öğrendik." Bunu sanki bir zafer kazanmış gibi söylemişti genç adam. Zira bunu da öğrenemeseydi, Araf Çağmandan sağlam papara yiyeceğinin farkındaydı.
"On yaşındayken Amerika'ya yollamışlar. Orada bir Amerikan kolejinde eğitim görmüş, bir yandan da yakın dövüş dersi alıyormuş. On beş yaşında Fransa'ya gitmiş ve eğitimine orada devam etmiş. On sekizinde İngiltere'ye geçip senin Oxford'dan mezun olduğun yıl Oxford'a girmiş. Siyasi bilimler ve uluslararası ekonomi bölümlerini bitirip tekrar Amerika'ya geçmiş ve Harvard da yüksek lisans yapmış. Bu arada herifin yaşı daha yirmi dört." Diyerek sonlandırdı cümlesini. Ağabeyinin şaşırdığını hissetmişti ama buzdan surat ağabeyi bunu kesinlikle yüzüne yansıtmamıştı. Can bunu artık iç güdüleriyle anlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFİR
Teen FictionSafir Mavisi gözlerin kömür Karası gözlere değdiği an başladı onların hikayesi... Kalbinin kepenklerini daha beş yaşında indirmiş bir kız çocuğunun kapısını çalan kömür karası gözler... Daha ufacık bir çocukken hayatın üzerine bıraktığı sorumlulukla...