Oy vermeyi ve yorum yapmayı lütfen unutmayın.
İnsanın alışamayacağı şey yoktu bu dünyada kedere, acıya, mutsuzluğa, yokluğa ve daha nelere nelere katlanıyordu dört odacıklı kan pompalayan kalp adı verilen o meret.
Ama en çok ölüme alışması sancılı oluyordu. Ölüm acısı insanın içini yakıyordu. Helede masum bir insan can düşmanının ölümüne bile üzülebilirdi.
Hastanenin uzun ıssız koridorunda yanımda Pamir ve hemen arkamdaki korumalarla ilerlerken kafamın içindeki düşünceler susuz bir çölde kalmış gibiydi.
Sanki kafamın içinde can çekişiyorlardı. Düşündüğüm en sarsıcı şey Ece'ydi...
Annesinin durumu ağırdı ve ben bunu ufacık bir çocuğa nasıl anlatacaktım. Onun sorduğu sorulara nasıl bir cevap verip onun yüreğini ferahlatacaktım.
Sakin koridordan geçip asansöre bindikten sonra çok beklemeden yoğun bakımın olduğu katta belirmiştik. Yavaşça dışarı çıkıp Meral hanımın yattığı odaya doğru ilerleyeceğim sırada kocaman koridorun içinde ince bir çığlık sesi çalındı kulağıma.
İnce, cansız ama her şeye rağmen sancılı bir ses.
Koridordan döndüğümde gördüğüm görüntü ile olduğum yere bir kaç saniye çakılı kaldım. Ece bir korumanın kucağında zorla bir odadan çıkartılıyordu. Yanındaki hemşire sürekli ona sakin olması gerektiğini söylemeye çalışsa da Ece kendi çığlık seslerinden o kadınını duyamazdı.
Gördüğüm görüntüyle bir çivi gibi asılı kaldığım koridorda hızla ona doğru adımlamaya başladığımda Arkamdan Yasin'in yaptığı ya da yapmaya çalıştığı o açıklamayı umursamamıştım bile.
Ufacık çocuğun kocaman bir güçle bir doksanlık korumadan sıyrılmaya çalıştığını izlemek tuhaftı. Annesinin yanına getirmesi için görevlendirdiğim koruma Ece'yi tutmakla uğraşıyordu. Ece'nin ufak bedeni ise sürekli olarak hareket ediyor adamın kendisini bir kelepçe gibi sarmasını engelliyordu.
Bağırış sesleri koridorda yankılanırken birkaç kişinin daha bir yerlerden çıkıp bu gürültüye neyin neden olduğuna bakıyorlardı.
"Anne!" Ece'nin kelimeleri ortalığa saçıldı, tıpkı göz yaşları gibi...
"Bırak beni! Anneme gideceğim..." İncecik sesinin kıyısına köşesine her yerine acı sinmişti. Kömür kokusu kadar yakıcı bir histi onu işitmek.
"Anne..." sesi kısıldı çabaları yavaşça söndü ve bir an sadece durdu. Dudakları titredi. "N'olur... N'olur sende gitme."
Bunu duyan Azrail utanır mıydı acaba. Ufacık bir çocuğun çığlıklarını işiten Azrail vazgeçermiydi acaba?
Onlara yaklaştığımda fark ettiği hareketle bana döndü... bakışlarında yardım dilenen bir acı vardı. Dudakları kısa bir an iki yana doğru usulca çekildi. Göz yaşları ufacık yanağını parlatırken bana canımı yakan bir gülümseme ile baktı.
"Abla... Annem ölecek mi?" bazı sorular kabir soruları kadar zordu. İnsanın canını yakar. Yaşarken cehennemi yaşatırdı.
"Abla... Annem beni bırakmasın." Dedi kısık bir sesle. Artık çabalamıyor korumanın kucağından inmeye çalışmıyordu.
Bakışları yerdeki mermere sabitlenmiş göz yaşları bir su damlası misali yere akıyordu. Hemen yanında dikilen hemşirenin göz yaşlarını tutmaya çalıştığı gözlerinde birer boncuk gibi duran yaşlardan belli oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFİR
JugendliteraturSafir Mavisi gözlerin kömür Karası gözlere değdiği an başladı onların hikayesi... Kalbinin kepenklerini daha beş yaşında indirmiş bir kız çocuğunun kapısını çalan kömür karası gözler... Daha ufacık bir çocukken hayatın üzerine bıraktığı sorumlulukla...