Karşımdaki deniz manzarasına bakıp derin bir nefes aldım. İstanbul'u kokladım, yeni kafesimi izledim. Bu şehirden kopmak ağır gelmişti başlarda ama şimdi burada olmak daha ağır, daha zor, daha zahmetli.
Denizi izlemek, yeni doğan güneşin denizin üzerinde dans edişine şahit olmak. Birbirini kabul edişini birbirine ait oluşunu izlemek. İstanbul'u izlemek.
Günün daha yeni doğmasına rağmen insanların koşturması, birbirine çarparak özür dilemeye tenezzül bile etmeden hayatlarına devam etmesi.
Balkonda durmuş bu manzarayı izlerken bir yandan da elimdeki acı kahveyi içiyorum. Dışarıdan bakıldığında gayet huzurlu duran bu manzara benim iç dünyam tarafından allak bullak edilmiş durumda, her şey karışmış hiçbir şey yerinde değil.
Kahvemden son yudumumu da alıp içeriye yöneldim. Elimdeki boş kahve kupasının içine soğuk su koyup lavaboya bıraktım.
Odaya yönelip üzerime koşmak için uygun bir tane beyaz çapraz atlet, altıma ise ayak bileğimin bir karış üzerinde siyah taytımı giydikten sonra kulağıma kulaklığımı takıp hafif bir müzik eşliğinde sahile inip koşmaya başladım.
Koştum. Hatta kaçar gibi koştum, geçmişten kaçıp geleceğe varmaya çalışır gibi koştum; ama ne geçmişi geride bırakabildim ne de geleceğe erken varabildim. Sadece kendimi yordum. Sadece koştum.
Yüzüme değen ıslaklıkla kafamı kaldırdım. Yağmur tanelerinin yüzümü yalamasına izin verdim. Denize ahenk içerisinde çarpmasını izledim. Daha koşmaya başlayalı bir saat ya olmuştu ya da olmamıştı. Yağmur durdurdu koşuşumu 'kaçışımı' ama yağmurun yağması bana Allah'ın o an ki lütfuydu.
Ben bundan on dokuz yıl önce yalnız kaldığımda yağmurla avuttum kendimi; Yüreğimdeki aile sevgisini sınırsız gök yüzü giderdi. Düşünce göklere bakar oldum bir süre, üzülünce yıldızları bekledim. Aile sevgisi gökyüzünde aradım.
Aradığımı bulamadım ama en azından yalnızlığımı giderecek çareler buldum. Tamam belki gökyüzü konuşmadı, yardım etmedi çaresizliğime ama en azından yalnız da bırakmadı.
Ne zaman kafamı kaldırsam bulutları, mavilikleri, güneşi, yıldızları, ayı gördüm. O yüzdendir gökyüzüyle aramdaki sevgi... O yüzdendir yağan yağmura, kara küfür etmeyişim.
Bana göre: gökyüzünün ben yanındayım deme şekli tepeme inen ıslaklık.
Zaten bu yüzden hep yağmurlu havaları sevmişimdir. Ben gökyüzünü anası, babası bellemiş bir kız çocuğuydum zamanında... Şimdi koca kız oldum ama hala annem, babam gibi gökyüzü.
Koşudan eve sırılsıklam olmuş bir vazıyette geldim. Gelir gelmez de kendimi sıcak suyun kollarına bıraktım. Suyun saçlarıma çarpması vücuduma değip kayması, benim üzerimdeki tüm kiri alırken kalbime hiç dokunmayışı...
Keşke vücudumuzu temizlediği gibi kalbimizi ve kafamızı da temizlese su... O zaman kirli hiçbir düşünce, hiçbir kalp, hiçbir insan kalmazdı hem.
Duştan çıktığımda saat sekize geliyordu. Hızlıca saçlarımı havluyla kurutup üzerime; beyaz tenimi daha da beyaz gösterecek koyu lacivert, diz kapağımın dört beş santim üzerinde biten önden fermuarlı, yarım kol, kare yakası olan sade, şık bir elbise geçirdim. Ayağıma ise siyah, bilekten bağlamalı yanları açık, önü kapalı, parmak dekolteli stilettolarımı giydim.
Makyaj masasının önüne gelip kıyafetlerime uygun sade bir makyaj yapıp uzun belime kadar gelen saçlarıma dalgalı fön çektim. Yanıma da ufak siyah bir çanta aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAFİR
Teen FictionSafir Mavisi gözlerin kömür Karası gözlere değdiği an başladı onların hikayesi... Kalbinin kepenklerini daha beş yaşında indirmiş bir kız çocuğunun kapısını çalan kömür karası gözler... Daha ufacık bir çocukken hayatın üzerine bıraktığı sorumlulukla...