Bölüm 32: SAHTE CENNET

26 5 22
                                    

"I don't know where to go.
Nereye gideceğimi bilmiyorum.
I don't know what to feel.
Ne hissedeceğimi bilmiyorum.
I don't know how to cry.
Nasıl ağlayacağımı bilmiyorum."
Rihanna- What Now

Önündeki dosyayı incelemesi en sonunda bitmişti. Bol sıfırlı rakamların olduğu bu kağıtları kontrol ederken çok zorlanmazdı. Goldensteinların mükemmel hafızasına ve dikkat yeteneğine sahipti. Sadece o annesinin ısrarlarıyla bunlarla uğraşmak istemiyordu. Miras meselesine fazla kafayı takmıştı. En son dayısının çocuğu olacağını öğrenmişlerdi ve annesi bu durum yüzünde fazlasıyla gergindi. Moskova, Wellington, Chicago ve Stockholm'daki şirketler onundu zaten. Zamanla bu durumu kabullenecekti. Seth büyük babasının işlerinden uzak oldukları için mutluydu da. Onun dünyası kan doluydu. Seth bunu bizzat tecrübe etmişti.

O kan kendi ellerine de bulaştığı günden bu yana hayatlarının o kadar da mükemmel olmadığını fark etmişti. Para beraberinde düşman da getiriyordu ve büyük babası her bir düşmanın başını bir böcek gibi ezmiş olsa da düşmanları bitmiyordu. Bir yerlerde pusuda bekleyen birileri yine olmalıydı. İntikam isteyen birileri.

Ama daha da önemlisi ilerisi için düşlediği hayatta Goldensteinların sorunları veya zorunlulukları yoktu. O basit bir hayat istiyordu. O basit hayatın içinde hep aynı kız oluyordu. Bir şekilde onu hayatının bir parçası haline getirecekti ki zaten o bilmese de şimdiden tümüyle hayatının içindeydi. Düşman inine sızan cesur bir asker gibi kendini hiç fark ettirmeden içine sızmıştı. Belki de nefes bile almadan ilerlemişti. Öyle ya da böyle hayatına gitmişti ve artık istese de çıkması mümkün değildi.

Sıkıntıyla iç geçirdi. Kıza ulaşmadan önce yapması gereken bir şey vardı. Değer verdiği birinin kalbini kıracaktı. Seth'e bu kararı verdiren iki şey vardı. İlki gördüğü bir rüyaydı. O kadar gerçekçiydi ki Seth uyandığı ilk iki dakika rüya görmüş olduğunu fark etmemişti.

Kendisini bir bankta otururken görmüştü. Çocuk parkına bakıyordu ama kimse yoktu. Rüzgar boş parktaki sessizliği kamçılayarak esiyordu. Büyük bir felaket sonrası sanki herkes orayı terk etmişti. Seth de tek başına karşısındaki yalnızlığı izliyordu ve bir yandan da sigarasını yakmaya çalışıyordu ama bir türlü çakmağı yakamamıştı. Gazı bitmiş olmalı diye düşünürken yanına biri oturuyordu. Seth ilk olarak kızın kokusunu almıştı. Sessiz bir fetihti. Sarmıştı her yanını. Yumuşak ve cezbedici. Bağımlılık yapıyordu. Başını kaldırınca ona gülümseyen kızı görmüştü.

"Burada ne işin var?" diye soruyordu kız. Üzerinde siyah bir gömlek vardı ve altında da gri kalem bir etek. Farklı görünüyordu ama hala çok güzeldi. Kendini sorgulamasına sebep olacak kadar güzel.

"Otuyordum. Sen ne yapıyorsun?"
Onu gördüğü için mutlu hissediyordu. Uzun zamandır görüşmemiş gibilerdi.

"Sam'i getirdim buraya."

Seth duyduğu bu farklı ismin kime ait olduğunu bilmiyordu. Samantha"nın kısaltması olan Sam'i kastetmesini istedi.
"Sam kim?" diye sordu.

Hayal tatlı bir şekilde yine gülümsemişti.
"Oğlum."

Kalbi acıyla kasılırken bunun doğruluğuna inanmak istememişti. Hayal'in çocuğu falan olamazdı. Evlenemezdi. Onu başkasıyla düşünmek ölümle eşdeğerdi. İçine olan acı nefes almasını engelledi.

"Nasıl? Sen..."
Kız yine gülümsedi ama bu gülümseme onu parçalara ayırdı.

"Evlendim. İki çocuğum oldu. Sam ve Sally. Sally okulda. Sam de salıncakta. Baksana. Tıpkı babası."

Dipte KalanlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin