Yüzüne vuran gün ışığının onu rahatsız etmesiyle uyanmıştı Seth. Bir an için telaş yapıp cenazeye geciktiğini düşündü ama saate bakınca rahatladı. Henüz çok erkendi. Saat yedi bile olmamıştı ama günün aydınlanmış olması onu yanılgıya düşürmüştü. Düşündüğü şeye gülmek istedi. Yapabilseydi gülerdi. Gün nasıl aydınlanabilirdi ki? Bugün Alaska'nın bedenini bir toprağın altına sıkıştıracaklardı yanında bir sürü güzel anıyla. Yaşanmış veya yaşanamayacak bir sürü anıyla. Bugün hayatının en karanlık günlerinden biriydi.
Tekrar yatağına uzanıp tavana bakmaya başladı.
Alaska'yı düşünmek istemiyordu ama özellikle o anı zihnine saplanıp kalmıştı. Gözünü kapatınca hep aynı görüntüyle yüz yüze geliyordu. Bundan kurtulmayacaktı. Küçük kız kardeşi ölümü seçmişti ancak ona kızamıyordu. Onun yanında olmalı ve onu ölümden bile korumalıydı ama yapamamıştı. Alaska umudunu yitirmişti ve ne kadar çaresiz hissettiyse ölmeme ihtimalini göze alamamıştı. Bileğini dikine kesip ölümü beklemişti ve ölüm onun için gelmişti. Onu bulduğu an tekrar gözlerinin önüne geldi. Gözünü açsa da kapatsa da aynı görüntü belleğinin en orta yerindeydi. Silmezdi. Unutamazdı ve asla ama asla acısını azaltamazdı.Akrep ve yelkovan birbiri ardınca ilerlerken ayağa kalkıp dolabının karşısına geçti. Siyah takım elbisesini çıkardı. Mezuniyet balosusunda da bunu giymişti. O günü net bir şekilde hatırlıyordu. Hazırlandıktan sonra aşağı inmişti. Alaska o zamanlar liseye gidiyordu. Upuzun saçları vardı. Sürekli mor bir hırka giyip duruyordu. O günde üzerinde aynı hırkası vardı. Onu takım elbiseyle ilk görüşüydü.
Alaska'nın bakışlarını hatırlamaya çalıştı. Ona gülümsemişti ve kravat seçiminin berbat olmasıyla ilgili bir şey demişti. Cümlesini net bir şekilde hatırlamaya çalıştı ama bir türlü bulamıyordu.
Ne demişti? "Daha kötü bir kravat seçebilir miydin?" mi demişti yoksa "Daha berbat bir kravatın yok muydu?" mu demişti? Bilmiyordu. Ona dair her şeyi her ayrıntısıyla hatırlamak isterken şimdi silikleşen anılar onu çaresiz hissettiriyordu. Yeni anıları olmayacaktı artık. Sadece eskiler vardı ve Seth eski anılarına bile sahip çıkamıyordu.Siyah takım elbisesinin sadece pantolonunu alıp üzerine siyah gömleğini çıkardı. Dün akşam üzerini değiştirmeden kot pantolonuyla uyumuştu. Neyi nasıl ve neden yaptığını hatırlayamayacak kadar hüznün esiri olmuştu.
Üzerindekileri çıkarıp hızlıca giyindi Seth. Aşağı inmeli ve babasını uyandırmalıydı. Belki o da kendisi gibi bir ihtimal sabah karşı dalmış ve en azından bir yarım saat falan uyuyabilmiş olmalıydı. Ne uyku ama diye düşündü. Uyurken bile acı vardı. Uyandığında aldığı ilk nefesle kalbi ızdırap içinde kalıyordu. Bir bıçak alıp kalbine saplasa iyi gelirdi belki?
Aşağı inerken merdivenlerden döndüğü yerde duraksadı. Salonda babasını tek başına otururke bulmayı beklemiyordu. İçki içiyordu. Ne zaman canı sıkkın olsa içerdi zaten.
Alaska bir keresinde babasının elinden içkiyi alıp ona kızmıştı. Sonra babası onu terslemişti ama şeytanı bile insafa getirecek masum ve kırgın bakışlarıyla babasını etkisine almıştı. Yanına gidip ona sıkıca sarılmıştı ve "Böyle üzgün olma. Keşke yardım edebilsem. Yapabileceğimiz bor sey yok mu?" demişti. Babası gülümsemeye çalışıp yok demişti. "Öyleyse benim içmem gerekecek." demişti Alaska gülerek ve babası küçük kızının büyülü gülüşüne karış koymayıp gülmüştü.
Babasının moralini o gece düzeltebilmişti Alaska. Şu an aynısını o da yapmalıydı ama Seth, Alaska olamazdı. Kızın ince düşüncelerine sahip değildi. Onun gibi büyülü sözleri ya da bakışları yoktu. O mutsuz ederek de olsa başkalarını mutlu etmenin mutlaka bir yolunu bulurdu ama Seth'in elinde o an kocaman bir acı dışında hiçbir şey yoktu. Kendi yarasına pansuman yapamıyorken babasına nasıl yardımcı olabilir ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dipte Kalanlar
ChickLitÖlümüyle ardında bir yığın enkaz bırakan bir kız: Alaska Levinson. Birinin yıktığı her şeyi çıplak elleriyle, kendine sakladığı tüm umutlarıyla tekrar hayata döndürmeye çalışan bir kız: Hayal Kaplan. Birbirinden ne kadar farklı yollar izleseler de a...