"Le ciel bleu sur nous peut s'effondrer
Üstümüzdeki mavi gök çökebilir
Et la Terra peut bien s'écrouler.
Ve yer tabii ki de ufalanabilir.
Peu m'importe si tu m'aimes
Eğer beni seviyorsan pek de umrumda olmayabilir
Je me fous du monde entier.
Tüm dünya hiç umrumda olmaz."
Josh Groban- Hymne A L'AmourUyandığı her sabaha insanın farklı bir anlam yüklemesi güzel bir şeydi ve daha da güzeli uyandığı her sabaha aynı anlamı yüklemesiydi. İçindeki aşk günden güne büyüyüp güçlenirken her sabah neşe ile uyanıp etrafa mutluluk saçtığının pek farkında değildi Hayal. Artık kendini daha güzel buluyordu. Artık daha canlı ve mutlu hissediyordu. Ve her şeyden önce artık tamdı. Seth onun kaybettiğini bile bilmediği bir yarısıydı sanki. Belki de Tanrı onu eksik yaratmıştı. Öyle ya da böyle her türlü geri kalan parçası Seth'ti. Bunu biliyordu. Onunla saf mutluluk yaşadığı her an bu gerçekten emin oluyordu. Onunla olduğu için pişman değildi. Bu her şeye değerdi. Bir insan bu kadar yoğun ve muhteşem bir his yaşıyor olması büyük şanstı.
Ancak bu düşüncelerin hemen ardından gelen ise büyük bir karamsarlık oluyordu. İçinde ondan nefret eden bir benliği vardı sanki. Güzel düşüncelerinin hemen ardından zehirle beslenen bir yaratık gibi ortaya çıkıp içini kemiren ve kötü hissetmesine yol açan fikirler koyuyordu önüne.
Onunla bir geleceğin asla olmaz.
Seni her zaman sevmeyecek.
Ailen asla kabul etmeyecek.
Buradan gideceksin.
Ona yetmiyorsun.
Onun da ailesi seni asla istemez.
Ona layık değilsin.
Senden sıkılacak.
Zamanla gerçekten nasıl biri olduğunu görüp seni bırakacak.
Onun hayatına da uygun değilsin.Sesini kısmak mümkün değildi bu karamsarlığın. Onu deli gibi korkuyordu bu düşünceler. Kötü bir karabasan gibi kalbine çöküyorlardı. Garip olan şuydu ki Seth'le olduğu zamanlar bu hissin uykuya yattığını düşünüyordu. Seth'ten uzaklaştığında ise korunaklı bölgeden çıktığı için belki de tüm kötü düşünceleri ve korkuları bir şeytan gibi beliriyordu.
Seth'le asla bir sonunun olmayacağını fısıldıyordu ona çoğunlukla. Asla ona ait olamayacaktı. Her ne kadar korkuları dağılsa da bazı anlar bu düşüncelere sürüklenmesi kaçınılmazdı. Ya birileri fısıldıyordu ya da kendi zihni bir anda tatlı rüyasına zebanilerini gönderiyordu.
O gün dışarı çıkmaya karar vermişlerdi. Aklındaki düşünceler geri çekilmiş olduğu rahat hissettiği anlardan birindeydi. Dışarı çıkma fikri Seth'e ait olduğu için bu planı geri çevirmek gibi bir niyeti yoktu. Zaten Seth de buna fırsat vermeyeceğini belli etmişti.
Lenore o gece için onda kalması konusunda çok ısrarcı olunca kabul etmişti. Hazırlanması da daha kolay olacaktı ve Melinda da onlara katılacaktı. Aslında pek sıcak baktığı bir fikir değildi ama boş bulunup kabul etmişti ve galiba reddetmek için güzel bir bahane de bulamamıştı. Annesi de bu konuyla ilgili bir sorun çıkarmamıştı.
Lenorelerin evi iki katlı beyaz bir villaydı. Connerlara çok yakındı ve zaten ikisi birbirlerini çocukluktan beri tanıyorlarmış. Melinda ve Lenore eve ilk geldiği andan beri kahkahalarına ara vermemişlerdi. Muhabbet onu da eğlendiriyordu neyse ki. Melinda'nın Türkiye hakkındaki sorularına cevap verirken Lenore "Hazırlanmamız lazım. Geç kalacağız yoksa." diyince muhabbeti kısa kesip giyinmeye başlamışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dipte Kalanlar
ChickLitÖlümüyle ardında bir yığın enkaz bırakan bir kız: Alaska Levinson. Birinin yıktığı her şeyi çıplak elleriyle, kendine sakladığı tüm umutlarıyla tekrar hayata döndürmeye çalışan bir kız: Hayal Kaplan. Birbirinden ne kadar farklı yollar izleseler de a...