Arabadan indiği gibi eve doğru yürüdü acele adımlarla. Fazlasıyla geç kalmıştı. Büyük ihtimalle gitmişti belki de ama bir umut içeride kendisini bekliyor da olabilirdi. Anahtarı kilide sokacakken aklına evdeki temizlikçi kadın geldi. Aklı başından gidiyordu genç kadını düşününce. Sadece o kalıyordu, bir tek o...
Ne zaman olmuştu, nasıl olmuştu bilmiyordu. Aklından çıkmıyor, günün çoğunu onu düşünerek geçiriyordu. Şikayetci değildi ama umutluydu... Belki bir şansı olurdu.
Zile basıp, bekledi. Kısa süre sonra kapı açıldı ve temizlikçi kadın göründü.
-"Hoşgeldiniz Kemal bey."
-"Hoşbuldum Nihan abla, kusura bakma geciktim. Haber de veremedim... Gitti mi Güneş hanım?" diye konuşurken eve girmiş, kapıyı da örtmüştü.
-"Gideli çok oldu. Bekledi, bekledi, yolum uzun deyip, gitti. Arayacakmış yarın."
-"Tüh ya! Neyse, beklediğin, ilgilendiğin için çok sağol. Gel çıkalım beraber, bırakayım seni evine. Gece gece yalnız başına gitme..."
-"Zahmet etmeyin Kemal bey. Dikkatli dikkatli giderim ben, merak etmeyin."
-"Hadi Nihan abla, hadi! Kalmayacağım ben de zaten burada."
* * *
Yola çıktıklarindan beri genç kadını nasıl ikna edebileceğini düşünüp, duruyordu Umut. Eve götürüp, nasıl yardımcı olabilecekti ki kadına? Neye yarayacaktı, neyi düzeltecekti ki bu? Tüm bunlara sebep olan adam onlarca kişiye zarar vermeye devam ederken, arka koltukta oturan kadını böylesine perişan ederken, sadece eve götürmek yetmezdi ki. Aklına gelen ihtimalle tedirgin bakışlarla yanında oturduğu kadına bakan kardeşine odaklandı Umut. Ya o olsaydı bu durumda, ya bir gün onunda başına gelirse tüm bunlar? Yoo, bu konu burada kapatılamazdı kesinlikle.
Bir yandan arabayı sürerken, öte yandan aklı fazlasıyla meşguldü genç adamın. Bir insanın bir insana böyle bir acıyı nasıl yaşatabileceğine aklı ermiyordu. İnsan denemezdi ki bu tür yaratıklara. Caniydi onlar, birer canavar...
Güneş ise nasıl olup da yaşadıklarından sonra bu arabada olabildiğini düşünüyordu. Hayatında hiç görmediği, şu anda arabayı kendi evine doğru süren adamın teklifini nasıl kabul etmişti ki? Düşünemiyordu, akıl sır erdiremiyordu yaşadıklarına. Durmuştu beyni... Sadece o anlar vardı zihninde, öldüğü... öldürüldüğü o anlar bir tek.
Kendisi farkında olmasa da asıl güvendiği, asıl sığındığı Ece'ydi, içten içe kendisine daha yakın hissettiği ve kim olduğunu bile bilmeden kendisine destek olabilmek için sıkıca bir elinden tutmuş olan yanındaki gencecik kadındı.
Aklına annesi geldi bir anda yeniden... annesinin sıcacık bakışları. Meraktan deliye dönmüş olmalıydı kendisine ulaşamayınca. Ama nasıl çıkacaktı karşısına annesinin? Ağlamaktan şişmiş gözleri yorulmadan akıtırken yaşlarını, üstü başı parçalanmış, ruhu yara bere içinde, benliği ezilmiş, bedeni kirlenmişken... nasıl bakacaktı bir daha annesinin şevkat yüklü gözlerine? Nasıl kollarına sığınıcak, sevgi dilenecekti?
Yumdu gözlerini. Gözünün önüne gelen görüntülerle yine ve yeniden iğrendi kendinden, bedeninden. Kirlenmişti, yıpranmış, kullanılmıştı... Yoktu artık, yaşamıyordu. O adamın sert dokunuşlarını yeniden yaşadı sanki. Yoğun bir mide bulantısıydı şimdi sadece hissettiği. Ceketi sımsıkı tutan eliyle ağzını kapatmakta buldu çareyi.
Bakışlarını bir an bile olsa genç kadından çekmeyen Ece anında kavradı durumu. Abisine arabayı hemen durdurmasını söyleyip, araba durur durmaz kendini arabadan atan Güneş'in peşinden indi. Tiksinmeden yardım etti bir yol kenarında içindeki zehiri akıtan Güneş'e.
Cesaret edemiyordu Umut yanlarına yaklaşmaya. Kaçıyordu adını bile bilmedigi yaralı kadın ondan, korkuyordu kendisinden. Arabaya binmesi için yardım etmek isterken ürkerek geriye gitmişti, uzaklaşmıştı kendisinden.
Dayanamadı Güneş yaşadıklarına. Arabaya bineceği sırada başı dönmeye başladı. Aniden kollarına yığılıverdi Ece'nin. Bir gölge gibi takipte olan Umut'un yetişmesiyle yere kapaklanmaktan kurtuldu son anda.
Hastaneye nasıl vardıklarını anlamadılar abi-kardeş. İkisi de telaşlı, ikisi de endişeli, ikisi de korkmuş ve sarsılmıştı fazlasıyla. En yakın bildikleri hastaneye vardıklarında kendine kızmakla meşguldü ikisi de. Nasıl olmuş da gelmemişti akıllarına hastaneye getirmek kadını? Perişandı genç kadın, fazlasıyla yaralanmıştı bedenen, ruhen. Evde nasıl yardım edebileceklerini düşünmüştü ki Umut? Muayene esnasında ayrılmamıştı ikisi de Günes'in bulunduğu odanın önünden, doktorun çıkmasını bekliyorlardı sabırsızlıkla. Her an tetikte olmaları gerekiyormuş gibi hissediyorlardı. Garip bir sorumluluk hissiydi duyduklari içten içe.
-"Abi,..." diye seslendi Ece sonunda ölüm sessizliğini yok ederek. Aklını kurcalayan konu hakkında konuşmak tüylerini ürpertse de, sormaya karar verdi yine rahatsız olduğu durumu.
-"Söyle Ece'm."
-"O pislik, yani... Yaptıkları yanına mı kalacak tüm bunları içerideki kıza yaşatan? Cezasını çekmeyecek mi, bedelini ödemeyecek mi? Ya, ya başka.."
-"Ben de düşüyorum tüm bunları,.." diyerek sözünü kesti kardeşinin. Nasıl etkilendiğini görebiliyordu. Yanına oturup, sarıldı kardeşine Umut. "Polise haber vermemiz gerek ama ya daha kötüleşirse? İfadesini almak isteyeceklerdir."
-"Biliyorum, zor olacak yaşadıklarını anlatması ama bunu yapmak zorunda. Haber vermemiz en doğrusu bence. Senin bir arkadaşın vardı, Mustafa'ydı sanırım. O bize yardım edemez mi?"
-"Sanırım edebilir, ben ona ulaşmaya çalışayım. Birazdan gelirim ama kendine gelirse eğer.." Susup, kadının içeride olduğunu bildiği odanın kapısına çevirdi bakışlarını. "Haber ver bana."
Umut hastane önünde Mustafa adındaki polis arkadaşına ulaşmaya çalışırken, Güneş'i muayene eden doktor ve hemşire de çıkmışlardı odadan. Ece'ye genç kadının durumu hakkında bilgi verip, Ece'den bilgi almaya çalıştığı sırada, kardeşinin doktor ile konuştuğunu görüp, adımlarını onlara doğru hızlandırmıştı Umut da.
-"Durumu nasıl?" diyerek Ece'nin sormuş olduğu soruyu tekrarladı.
-"Kendine gelmiş ama hiç kimse ile konuşmuyor, sadece ağlıyormuş."
-"Vakit kaybetmeden piskolojik destek alması gerekiyor. Bu gibi durumlarda hastalar hiç bir suçları olmaksızın kendilerini suçlu gibi hissedip, kendilerine zarar vermek isterler. Daha çok içlerine kapanıp, her türlü yardımı reddederler. Doktor arkadaşıma haber verdim, birazdan burada olur. Bu arada ailesiyle irtibata geçmekte fayda var" diyerek olabilecekler için uyardı doktor iki kardeşi.
-"Yolda yatıyordu, tanımıyoruz ki. Ailesini nasıl bulacağız?"
-"Arabada çantası vardı, işe yarar bir kaç bilgi edinebiliriz, değil mi?"
-"Evet, haklısın. Ben gidip, çantayı alayım" deyip, ayrıldı yanlarından Umut.
Doktor hanımdan izin isteyip, odaya girdi Ece de. Yatakta, başı duvara dönük, öylece yatıyordu Güneş. Sessiz olmaya çalışsa da, hıçkıra hıçkıra ağladığını anlayabiliyordu Ece genç kadının. Usulca yanına yaklaşıp, elini tutmak istedi. Yanında olduğunu, kendisine yardim edeceğini hissettirmekti niyeti. Başka ne yapacağını, yapabileceğini bilemiyordu. İzin vermedi ama, çekti elini Güneş hızla. Dudaklarından dökülen iki kelimelik tek bir cümle soğuttu, buz tutturdu Ece'nin içinde, en derininde.
-"Yıkanmak istiyorum..." diye fısıldadı zor duyulur bir sesle. "Yıkanmak istiyorum..."
Basit gibi görünen ama çok fazla şey ifade eden cümlenin kulaklarında yine ve yeniden yankılandığını hissetti Ece. Tüm beynini işgal etti söylediği genç kadının. Kirlenmiş hissediyordu kendisini, canı acıyordu. Kendinden iğreniyor, kendi bedeniyle yaşayamıyordu. Berbat bir durumdaydı, çok kötü, çok iğrenç, hiç katlanılmaz...
-"Hı hı, yardım isteyeyim ben" demek olmuştu genç kızın yapabildiği bir tek ve odadan çıktı.
-"Nasıl? Konuştu mu seninle?" diye soran abisi ile karşılaştı kapının önünde. Belli ki kararsız kalmıştı içeri girip, girmeme konusunda.
-"Yıkanmak istiyormuş."
Başka bir açıklama, herhangi başka bir şey söylemesine gerek kalmadı. Her şeyi ve çok şeyi anlattı, anlatıyordu bu cümle.
Ece hemşirelerden birinden yardım isterken, aklına gelen ayrıntı ile Ece'ye birazdan döneceğini söyleyip, ayrıldı yanından yeniden Umut. Bir anlam veremese de abisinin ne yapmak istediğine, hemşirenin ardından yeniden odaya girdi Ece.
Kimsenin yardımını kabul etmemiş, hemşirenin getirdiklerini alıp, kendisini banyoya atmıştı Güneş. Kapıya da kilitlemişti hemşirenin uyarısına rağmen. Kendini sıcak suyun altına attığında, boğazındaki yumru hala yerli yerindeydi. Sıcak suyun tenini yakıp, kızartmasına izin verirken aslında hiçbir şey hissetmiyordu bedenindeki yaralara, acılara dair. Ruhuydu durmadan kanayan, darmadağın olan... Su sesi ile beraber daha fazla tutamadı kendini. İçindeki acıyı tüketmek istercesine sesli sesli ağlamaya başladı yeniden. Hıçkırıklara boğulurken, bedenindeki izleri yok etmek ister gibi ovalıyordu tenini. Her şey geçermiş gibi, temizlenebilirmiş gibi benliği, kendi canını acıttığının farkında olmaksızın, derisini yüzüyordu. İşe yaramıyordu hiçbir şey. Canı her an daha fazla yanıyor, her an daha çok farkına varıyordu yaşadıklarının. İlk anki kadar tazeydi her bir igrenç ayrıntı. Adamın dokunuşları, bedenine uyguladığı baskı ve en özeli olarak ... kendisi için en özel kişiyle yaşayacağını içten içe hayal ettiği benliğine sahip oluşu o yaratığın.
Sıcak suyun altında ne kadar kaldı farkında değildi. Kapı çalınıp da, Ece'nin sesini duyduğunda, çözememişti boğazindaki yumruyu, dinmemişti gözyaşları bir nebze de olsa...
-"Kapının önüne bir kaç kıyafet bırakıyorum. Odada değiştirebilirsin üstünü, kapının önünde olacağım, kimse de gelmeyek, emin olabilirsin."
Sadece kapanan kapının sesiydi duyduğu Güneş'in en son. Havlu ile acıyan bedenini örtüp, çıktı kabinden sendeleyerek. Dermanı kalmamıştı. Nefes almak bile öyle zordu ki şimdi.
Kilidi çevirip, araladı kapıyı hafifçe. Kimse yoktu. Kapının önündeki poşetleri alıp, kendini yeniden kapattı banyoya. Biri gelecekmiş, kendisine zarar verecekmiş gibi hissediyordu. Poşetleri açıp, içindekilere baktığında boğazındaki yumru daha da büyüdü. Ne giyeceğini, kullanılmış tenini nasıl neyle örteceğini bilememişti. Yeniden o parçalanmış kıyafetleri taşımak demek, o izleri yeniden, daha derin taşımak demekti. Dayanamazdı buna, katlanamazdı. Halbuki şimdi elindekiler yepyeniydi. Hak etmiyordu ki böyle temiz kıyafetleri. Çok fazlaydı bunlar kirlenmiş kendisi için.
* * *
Hastaneden çıkar çıkmaz kendini hastanenin biraz ilerisindeki giyim mağazasına atmıştı Umut. Gerekli olan her bir ayrıntıyı atlamayıp, lazım olan bir kaç parça alıp, yeniden dönmüştü hastaneye. Odanın önünde oturan Ece'ye elindekileri uzatmış, içeri koymasını söylemişti.
Tüm düşüncelerine rağmen bedeninin çıplaklığına dayanamayıp, giydi Güneş kendisine getirilenleri. Ne yapacağını bilmez bir halde yatağın üstüne oturup, sessiz sessiz ağlamaya devam etti. Neyi, kimi beklediğini bilmeden, öylece oturup, bekledi. Kimsenin gelip, gitmemesi meraklandırmıştı onu saçma bir şekilde. Dayanamayıp, güçsüz adımlarla kapıya kadar yürüdü. Ağrıyordu her yeri, sızlıyordu her bir gizli kuytusu. Kapıyı aralayıp, ürkekce etrafı kolaçan ettiğinde gördü kendisini bekleyen tehlikeyi. Kendisine yardım edenlerin, biri polis olduğu giydiği üniformadan anlaşılan iki adam ile konuştuklarını gördü. Bir an panikledi. Kendisi için çağırmışlardı onları, emindi buna. Ama istemiyordu, yapamazdı ki. Onlar soracaktı, ya kendisi? Nasıl cevap verebilecekti sorularına? Canı böylesine yanarken ne güçle? Değil yaşadıklarını paylaşmak, hatırlamak bile istemezken zaten konuşamazdı ki olanlar hakkında.
Panikle odaya geri döndü. Yatağın ayak ucunda gözüne çarpan çantasını aldığı gibi, telaşla odadan dışarı attı kendini. Görünmemek için dikkat ederken, sol taraftaki koridora doğru yürümeye başladı olabildiğince hızlı adımlarla. Canı yansa da fazlasıyla, umursamadan uzaklaştı oradan.