Ne yapacağını şaşırmıştı kadın. Arıyor ama çalmıyordu bile telefon. İş yerini arayıp, bilgi mi edinsin, yoksa biraz daha mı beklesindi bilemiyordu. Hiç böylesine merakta bırakmazdı Güneş kendisini. Ne olursa olsun hep arar, gecikeceğini, işi çıktığını haber verirdi. Ama şimdi...?
İçini bir sıkıntı kaplamıştı. İçi daralıyordu. Bir şey mi gelmişti acaba başına kızının? Hava da kararmıştı. O gece de böyle olmuştu. Can'ını kaybettiği gün de huzursuzdu içi. Tüm gün nefes alamaz olmuş, sıkca aramıştı hayat arkadaşını. Belli etmemek için içine atmıştı huzursuzluğunu, belli etmemişti kızına içinde daralmış ruhu. Ama şimdi... ya bir şey olmuşsa kızına? Nasıl dayanır, nasıl yaşardı o vakit?
Beklemeye karar verdi. Hava kararmış olsa da, vakit geç değildi henüz. Çalışıyordur kızı hala, yetişirdi akşam yemeğine kesin.
* * *
Genç kadın gözlerini sıkıca yummuş ve acı bir sesle yalvarıyordu karşısındaki genç adama. Sanki yakınındaki tüm erkekler ona zarar verecekmiş, aynı acıyı tekrar tekrar yaşatacakmış gibi geliyordu. Elleriyle açık yerlerini kapamaya çalıştı telaş ve korkuyla. Hıçkıra hıçkıra ağliyordu bir yandan da. Ne yapacağını bilmiyordu. Yaşamak zorunda bırakıldığı anlar hala çok canlıydı ve canını acıtmaya devam ediyordu. Bedeninde ve ruhunda açılan yaralar daha çok tazeydi. Zaten nasıl geçerdi, geçebilirdi ki bu yaralar?
Genç adam ne yapacağını bilmez bir halde yerde acıdan kıvranan kadına baktı. Sesindeki acı yalvarmaları genç adamın içini yakıyordu. Korkutmak istemese de kadını, onunla konuşması gerekiyordu. Fark etmeden kendisi, yaklaştı kadına...
-"Yaklaşma, yalvarırım!"
Yine yalvarmaya başladı kısılmış sesiyle. Genç adam ona yaklaşmaya başladığı andan beri telaşı daha da büyümüştü. Yerde adete sürünerek genç adamdan uzaklaşmaya çalışıyordu.
Olduğu yerde durdu Umut. Konuşmaya başlayacaktı ki, Ece'nin sesini işitti.
-"Abi, geldim."
Ece yanlarına varmadan kadının kendine geldiğini fark etmiş, abisinden korkup, kaçtığını anlamıştı uzaktan. Adımlarını hızlandırarak "Abi geldim" diye seslenirken amacı kadına varlığını fark ettirmekti.
Abisine seslendiği halde bakışlarını sadece yerde acı çeken genç kadına odakladı Ece. Adımları da takip etti bakışlarını. Yanına vardığında, genç kadının gözlerini sıkıca yumduğunu ama yaşların hala aktığını gördü. Usulca yanına yaklaşıp, dizlerinin üstüne çöktü ve yumuşacık ama titrek bir sesle konuşmaya başladı.
-"Korkma... Ne benden, ne de abimden. Yolun ortasında yatıyordun. Sana yardım etmemize izin ver. Kötülük yapmak niyetinde değiliz. Ya.." Sustu, konuşamadı bir an. "Yaşadıkların kolay değil. Farkındayım, görebiliyorum... İnan bana sadece yardım etmek istiyoruz. Lütfen... izin ver."
Genç kadın hıçkırıkları hafiflemiş, kendisine yardım etmek istediğini, yaşadıklarının kolay şeyler olmadığını söyleyen bu kadını dinliyordu. Ama nerden bilebilirdi, görebilirdi ki bu kadın yaşadıklarını? Bilemezdi... yaşamayan hiç kimse bilemezdi!
Güneş sadece ölmek, yaşadığı acının bir sonu olmasını diliyordu. Utanıyordu. Çok utanıyordu. Herkesten, her şeyden utanıyordu. Canı hem çok yanıyor, hem de hiçbir şey hissetmiyordu. Bu mümkün müydü ki? Kanadını kırmışlardı bir kere. Dermanı yoktu, olamazdı... Nasıl yardım etmek istiyorlardı, edebileceklerini düşünüyorlardı ki? Hem de... kirlenmiş birine. Neden? Niçin?... NASIL?
Genç adam yanlarında öylece durmuş bir yandan kardeşini dinlerken, diğer yandan yerdeki kadını izliyordu. Bir insan bir insana nasıl böyle bir şey yapabilirdi ki? Bunu yapan bir insan olamazdı. Bir canavar, bir hayvan, ya da başka bir şey ama asla bir insan olamazdı. Bir kadına , hem de çok güzel bir kadına. Neler düşünüyordu böyle. Karşısındaki acı çekerken, neler yaşadığını üzerinde parçalanmış kıyafetleri, yüzündeki izler ve patlamış dudağı böylesine belli ederken... Nasil olur da böyle düşünebiliyordu kendisi? "Saçmalama..." diye mırıldandı kendi kendine. Kardeşi yerde korkudan sinen kadına "bize güven" derken...
Hemen kafasındaki düşünceleri kovdu. Ne olursa olsun acı çeken kadına yardım elini uzatacaktı, en azından deneyecekti.
Kendisi de yere çömeldi. Gözleri hala kapalı olan genç kadına bakarak konuşmaya başladı o da yumuşak bir sesle.
-"Benden korkmana gerek yok. Sana zarar vermeyeceğim. Bana güvenmen şu an için zor, hatta imakansız. Farkındayım. Ama en azından kardeşimin sana yardım etmesine izin ver."
Güneş, Umut konuşmaya başladığında yine kendini istemdışı kasmıştı. Sanki zarar verecekmiş, canını acıtacakmış gibi hissetmişti bir an ama konuşmaya başladığında genç adam, gevşemişti benliği.
Genç kadın ilk kez yüzünü kaldırıp, karşısında kendisine yardım etmek isteyen adama baktı kısa bir an. Kötü bir niyeti olmadığı çok açıktı. Ama tecavüze uğramış biri bunu nasıl görebilsindi ki? Sonra bakışları adamın elindeki cekete kaydı. Yeni gibiydi. Şimdi o ceketi giyip de nasıl kirletsindi? Kendini o kadar iğrenç, kirlenmiş hissediyordu ki, cekete parmağını değdirse hemen kirlenecekmiş gibi hissediyordu. Yine eğdi başını. Yine akıyordu yaşlar gözlerinden. Yine gösteriyordu kendini acı izler...
Ece, bir kadın olarak en azından genç kadının neler hissedebileceğini tahmin edebiliyordu. Ya kendisinin başına gelseydi bu olay? Ne yapardı? Daha kendini sevdiği erkeğe bile teslim edemezken, böyle bir şeyi kaldırabilir miydi? Hayır. Bu, bu kaldırılamazdı. Ya da kaldırılması çok zor bir durumdu.
Genç kadın başını eğdiğinde, abisinin elinden genç kadına uzatmış olduğu ceketi aldı ve canını yakmaktan korkar gibi usulca omuzlarına attı. Sonra önüne geçip, göğsüne bastırdığı çantayı aldı ve ceketle genç kadının açılmış önünü kapatmaya çalıştı.
Güneş sanki giydirilen bir heykelmiş gibi, öylece duruyordu ve genç kızın kendisini sarmasına izin veriyordu. O kadar ihtiyacı vardı ki kendisine açık, sıcak bir kucağa. Çok üşüyordu. Yüreği, içi, benliği buz tutmuş gibi hissediyordu. Canı çok ama çok yanıyordu. Nasıl geçerdi, geçer miydi bu acı? Bilmiyordu. Bundan sonra ne yapacağını, nasıl yaşayacağını, nasıl yapabileceğini bile bilmiyordu.
Umut, öylece yanlarında durmuş cansız bir bedeni taşıyan genç kadına bakıyordu. Kendince yardım yolları arıyor ama böyle bir durumda hiç bir yol doğru yere çıkmıyor gibiydi.
-"Bak... söyleyeceğim şeyi yanlış anlamanı istemiyorum, sadece yardım amaçlı. Kardeşim, Ece de gelecek. Benim evim buralara çok yakın. Sadece toparlanman için. Sonra seni evine de bırakırız. Kötü bir niyetimiz, niyetim yok. İnan bana."
Güneş o an yine annesini düşündü. "Annem..." diye geçirdi içinden. Şimdi meraktan ölmüştür. Nasıl gidecekti bu halde eve? Nasıl bakacaktı annesinin sıcacık gözlerine. Nasıl sarılacaktı bu kirlenmiş bedenle tek ailesine, canına? Yapamazdı ki. Ölsündü daha iyiydi. Yine başını kaldırıp, önce merakla vereceği cevabı bekleyen genç adama, sonra da kendisine yardım etmek istediğini belli eden genç kıza baktı. Ağlamaktan gözleri kızarmış, şişmişti. O iğrenç anları yaşarken bağırmaktan, yalvarmaktan sesi de kısılmıştı. Doğru dürüst yutkunamıyordu bile. Hıçkırıkları boğazında düğüm düğüm olmuş, gecmiyordu. Nefes almasını engelliyorlardı. Usulca başını "evet" anlamında salladı. Başı da çatlayacak gibi ağrıyor, hatta bulunduğu yer etrafında dönüyor gibi hissediyordu.
Ece genç kadının başını salladığını gördüğünde, yüzünde hafif bir gülümseme ile genç kadını arabaya doğru yönlendirdi. Ve fısıldadı.
-"Sağ ol... bize güvendiğin, inandığın için."