Vermek zorunda kaldığım uzun ara için üzgünüm. İyi okumalar olsun :))
16. BÖLÜM
-"Sadece bir yemek. çok masum!"
-"Bak, inan işim çok, gelem.."
-"Yani işin çok olmazsa, gelirdin?"
-"Yani."
-"'Yani' de ne demek?"
-"Eğer beni daha fazla meşgul edersen işimi hiç bitiremeycek ve başka bir zaman yine hayallerin suya düşecek demek."
-"Yani 'evet'?"
-"Kapatmam gerekiyor!"
-"Hey, dur! Nerede çalıştığını söyle bari?"
-"Hmm..."
Cem, Umut tüm işleri üstüne yıktıktan sonra kalan işleri halletmiş ve hemen telefonunu eline alarak Merve'yi aramıştı. Bir türlü yemek teklifini kabul ettiremiyordu genç kadına o kadar dil dökmesine rağmen. Bu sefer sert kayaya toslamıştı anlaşılan. Ama yılmayacaktı. Eninde sonunda yine kendi istediği olacaktı, olmalıydı.
Öte yandan Merve'nin her ne kadar değişik planları olsa da, Cem'i istemesine hiçbir verdiği karar engel olamıyordu. Bitirmesi gereken çok işi vardı ve neredeyse kendine ayıracak boş zaman bulamıyordu genç kadın bu günlerde. Zaten işe yeni başladığı halde neden Güneş'e izin verildiğini de anlamıyordu. Gereksiz yere kıskançlık yapıyormuş gibi görünse de, aslında ister istemez bir karşılaştırma, bir benzetmeydi bu nedensiz yere.
Kısa bir an düşündükten sonra verdi Merve adresi genç adama. Elinde olmadan merak sarmıştı benliğini çünkü. Ne yapacak acaba, diye düşünüp, heyecanlandı ister istemez.
* * *
-"Özür dilerim..." diye fısıldadı Güneş genç adamın yüzüne bakmadan, bakamadan.
Konuşmaya başladığında Umut da, Ece de can kulağıyla dinlemeye koyuldular Güneş'i. Onlara neden öyle davrandığını anlatmaya çalıştı ama kendini ifade edebilmesi için sözcükler faydasızdı adeta. Kendisi farkında olmadan yine büyük bir adım atmıştı, atıyordu. Kendini Umut'a, bir erkeğe açıyordu, ya da açmaya çabalıyordu. Umut ona "o" gece yardım etmişti, tıpkı şimdi çok iyi anlaştıkları Ece gibi. Ama hiç ummadığı, hiç aklına getirmediği bir anda çıkıvermişti Umut Güneş'in karşısına. Hazırlıksız yakalanmış, nasıl davranması, ne düşünmesi gerektiğini şaşırmıştı dahası. Her ne kadar kısa bir açıklama olmuş olsa da Güneş'in anlattıkları, iki kardeş de anlamıştı ne kadar zor bir durumda olduğunu Güneş'in.
Daha fazla kalmak istemedi genç kadın orada. Anlattıkça utanıyor, utandıkça daha da kötü hissediyordu kendini. Yalnız kalmak istiyordu.
* * *
Umut Güneş'i evine bıraktıktan sonra Ece ile beraber şirkete döndü. Kardeşini eve bırakıp, muhtemelen engeline takılacağı annesine rapor vermek istemiyordu Umut, bundan fazlasıyla sıkılmıştı çünkü. Hala şaşkındı üstelik. Kesinlikle Güneş'den böyle bir tepki beklememişti. Ne olduğunu, neye uğradığını bilememişti Güneş kaçıp, gittiğinde. Hiçbir şey yapmamıştı ama Güneş'in anlattıklarından sonra, ya da anlatmaya çalıştıklarını dinledikten sonra sandığından da kötü bir durumda olduğunu anlamıştı. Ece iyiye gidiyor demişti her sorduğunda, oysa görmüştüki Günes sadece başarısız bir çabada debelenmişti.
Yoldayken Ece'nin "Iyi misin?" sorusuna bir yanıt verememişti. Gerçekte nasıldı, kendisi de bilmiyordu ki bu soruya içten bir cevap versindi. Güneş'i gördüğü için elbette mutluydu. Tarif edemediği bir rahatlama hissetmişti. Ama öte yandan belki kendisini görmeseydi, Güneş o kadar yıkılmazdı diye düşünmeden de edemedi.
Şirkete vardığında sekreterine Cem'in nerede olduğunu sordu. Biraz kafa dağıtmak için belki de Cem'e ihtiyaçları vardı iki kardeşin de. Odasına olduğunu öğrendikten hemen sonra kapısına tıklamadan odasından içeri girdiler. Cem eliyle 'gelin' işareti yapıp, telefon konuşmasına devam etti. Çiçek siparişi verdiğini anlayınca acaba yine kime kur yapıyor, diye düşündü Ece. Manalı manalı abisine baktı. Hiç uslanmayacaktı anlaşılan bu Cem abisi. Aslında seviyordu bu hallerini genç adamın. Hayata iyi yönden bakmak herkesin harcı değildi neyazıkki.
-"Eee, bu seferki şanslı yemgem kim?" diye sordu Ece alayla, Cem telefon görüşmesini bitirir, bitirmez.
-"Sana ne küçük cadı!"
-"Bak hiç inkar ediyor mu birisinin olduğunu" diyerek araya girdi Umut gülerek.
-"Ben sen miyim oğlum? Her şey ortada zaten, neyi inkar edeceğim? Ama biz bu konuşmayı baş başayken yapalım. Kötü örnek olmayalım şimdi küçüklere" diye cevap verirken Cem arkadaşına, bakışlarıyla Ece'yi işaret ediyordu.
-"Çok gıcıksın." Umut'a dönüp, merakla "Sen biliyor musun kim olduğunu?" diye sordu Ece yanıt olarak.
Sırf Cem'e takılmak için öğrenmeye çalıştığı kimlik şaşırttı Ece'yi bir süre sonra, abisinin dillendirdiği ismi duyar duymaz. "Merve mi?" sorusuyla birlikte yüzünü ekşitti üstelik. Çünkü Merve'nin kendisinden hoşlanmadığını anlamıştı, dahası hissetmişti. Nedenini tam olarak anlamasa da, onu kızdıracak bir şeyler yapmadığını biliyordu. Pek konuşmamış olsalar da, duygular karşılıklı sayılırdı aslında. Kendisinin de Merve'den hoşlandığı söylenemezdi ve Cem'in Merve ile alakasını öğrendiği anda tepkisine engel olmamıştı işte.
Nitekim "Ne oldu? Beğenemedin mi yoksa?" diyerek merak ile karışık sormadan edemedi Cem.
-"Yoo, bana neki?" diye geçiştirirken Cem'i, kolundaki saate baktı. "Nurcan sultan beni yine sorguya almak icin bekliyordur, gecikmeyeyim. Sabahtan çıkmıştım evden."
Umut ve Cem ile vedalaştıktan sonra terk etti odayı Ece. O çıktıktan sonra Umut'u sorguya çekmeye başladı Cem. Kendisine hiç bir açıklama yapmadan, tüm işleri üstüne yıkıp, çıkmıştı şirketten. Üstü kapalı da olsa anlattı Umut da arkadaşına durumu. O anlattıkça ayırt etmeye çalıştı Cem de. Umut kadının yaşadıklarından etkilenip de kadına acıyor ve o yüzden mi o kadına yakın olmak istiyordu? Yoksa gerçekten kızdan etkilenmiş miydi? Öyleyse arkadaşı aslında bir çıkmazdaydı. Zordu durumu yani. Sabretmesi gerekiyordu. Güneş denen kadının kendisini hemen ona açacağını düşünmüyordu kendisi. Belki de zaman gösterecekti olacakları.
* * *
Fazlasıyla yoğun yaşadığı sabahın ardından acele ile şirkete atmıştı kendini genç adam. Yeterince geç kalmıştı.
Şirkete varır varmaz hemen işlere gömüldü. Her ne kadar çapkın olsa da, işinde çok titizdi aslında. Geç kalıyordu çokca ama bu kendisinin suçu sayılmazdı ki, yatağını ısıtmak için fazlasıyla hevesli güzellerin suçuydu.
Öğleye doğru son zamanlarda çok iyi anlaştığı Cem'i aramış, öğle yemeğini beraber yemeği teklif etmişti. Kemal'den iş çıkmıyordu işte. Gerçekten çok iyi anlaşmışlardı Cem ile de hem. Şirketten çıkamayacağını, Umut'un kendisini işlerin başına diktiğini söylediğinde, "Ben gelirim" demiş ve yola koyulmuştu hemen. O da tüm işleri Kemal'in üstüne atmış oldu böylece
Kısa sürede şirkete vardı. Arabayı park edip, içeri doğru yürüdü. Asansörlere yöneldi. Tabii şirketin içinde de göz gezdirmeyi ihmal etmedi. Asansörlerden birinin düğmesine bastı, bekledi. Çok fazla beklemesi gerekmeden, asansör de geldi. Tam kapı açılmış, içeri adımı atmıştı ki, içeriden çıktığını görmediği birine çarpıştı. Refleks olarak düşmesini önlemek adına belinden yakaladı kişiyi ve sıkı sıkı tuttu. Aslında çok da mahçup olmuştu. İnsan bir beklerdi, değil mi? Daha tuttuğu kadının yüzünü görmemişti henüz. İkisi de anlık irkildiler. Sonunda dengeyi bulup da yüzünü kaldırdığında - ve niyeti aslında özür dilemekti - ağzından çıkan "Cennet'de miyim ben?" sorusu oldu.