Bütün gün ofiste o işten o işe koşturup durmuş, çok yorulmasına ve eve gidip dinlenmeyi düşünmesine rağmen, sevgilisinin akşam vakitlerinde gelen teklifini geri çevirememişti. Güzel bir akşam yemeğinden sonra el ele sahilde dolaşmış, sohbet etmiş, ardından eve doğru yola koyulmuşlardı.
Bülent Merve'nin kendisini eve davet etmesini beklerken, dudağına kondurduğu küçük öpücükten sonra "iyi geceler" demesi genç adamı hayal kırıklığına uğratmıştı. Şakayla karışık sitem etmiş ama yine de Merve'nin kendisini en azından bir kahve içmeye davet etmesini sağlayamamıştı. Hemen yatacağını söylediğinde ise genç kadın, imali bir tonlamayla "Bende çok yorgunum, beraber yatarız işte" demişti Bülent. Genç kadın yüzünde hafif bir gülümsemeyle gözlerini devirmiş, sonra da arabadan inmişti. Son kez genç adama el sallamış ve hızlı adımlarla gözden kaybolmuştu.
Başka zaman olsaydı belki hiç düşünmeden kabul ederdi Bülent'in isteğini ama bu gece değil. Belki kafası dağılır, rahat bir nefes alabilir diye kabul etmişti aslında teklifini adamın. Morali düzelir diye ummuştu ama işe yaramamıştı.
Gün içerisinde annesiyle konuşmuş, onları ne kadar çok özlediğini yeniden anımsamıştı Merve. Özellikle babası ile olan durumları nedeniyle yine morali bozulmuştu. Babası kendisini merak etmiyorsa bile, kendisi için aynı şey geçerli değildi. Keşke görebilseydi babasını, keşke gerçekten baba-kız gibi yaşayabilselerdi. Keşke yüzünü görmek bir yana, sesini duyabilseydi. Babaydı sonuçta, yanında hissetmek istiyordu. Ve keşke diyordu hep, keşke erkek kardeşini sevdiği gibi sevseydi kendisini de...
Asansörden inip, dairesinin kapısını açacakken anahtarıyla, çantasının içinde telefonu çalmaya başladı. Hemen içeri girip, buldu cebini. Arayan numaraya baktı. Tanımıyordu. Açmamayı düşünse de bir an, bu kadar ısrarlı çaldığına göre önemli bir arama olmalıydı.
-"Efendim?"
* * *
Korksa da sokaklarda yanlız başına olmaktan, kendisini tanıyan birine görünmeden çıkabilmişti hastane dışına. Etrafına bakındığında içi titremişti. Kısa bir an cesaret edememiş olsa da, gitmesi gerekiyordu. Hep böyle mi olacaktı ama? Hep korkacak mıydı yaşamaktan? Çabuk ama ürkek adımlarla mı dolaşacaktı dış dünyada? Yapamazdı, yaşanmazdı ki böyle.
Ama bilmiyordu ki Güneş zamanla yaraları kabuk bağlayacak, ara sıra kanasa da hep sevdiği tarafından yaraları yine sarılacak ve birgün tamamen iyileşmiş olacaktı.
Güneş bir yolunu bulup aradı Merve'yi. Anlatamadı yaşadıklarını, anlatamazdı da ama üstüne gitmemişti Merve de. Zaten hemen kabul etmişti arkadaşını almayı. Ve şimdi Merve'nin evine doğru yol alırken, Bengi hanımı aradılar . Kadıncağız korkmuş, endişelenmiş, meraklanmıştı fazlasıyla. İçindeki sıkıntı bir türlü dağılmamıştı üstelik. Ama duymuştu sonunda sesini Güneş'inin. Bir tuhaflık sezse de, içini rahatlatmıştı Merve. Günes'in hafif üşüttüğünü söylemiş, bir gecelik kendisinde kalması için bir nevi izin istemişti. "Ben de geleyim, yine ben bakayım kızıma" diye önermişti ama Bengi hanım. Kızının onca yolu halsiz halsiz gelmesini istememiş, kendince fedakarlık yapmak, kızını kendi gözüyle görmek istemişti.
Merve'nin kendisi de fazlasıyla endişlenmiş olsa da arkadaşı için yine de Bengi hanımı ikna edip, "bugünlük ben bakarım, yarın da sen devir alirsin nöbeti" diyerek keyiflendirmeye çabalamıştı kadını.
Eve geldiklerinde ise hemen yatmak istedi Güneş. Gücü kalmamıştı artık. Yaşadıklarını kaldıramıyordu bünyesi, her an yere yığılacakmış gibi hissediyordu. Bakamıyordu Merve'nin gözlerine de ama minnettardı arkadaşına. Nerdeyse hiçbir şey sormayıp, kendisini rahat bırakmıştı. Gece huzursuzca uyumuş sayılırdı. Bütün gece kabuslar görmüştü. Hep aynı an. Ruhu ve bedeni kirletilmişti o tanımadığı canavar tarafından. Ağlamıştı genç kadın uykularında bile.
Gözünü kırpmamıştı Merve de bütün gece. Güneş acı çekerken uykusunda, kendince bir şeyler mırıldanırken... çok endişlenmiş, meraktan çatlamıştı deyim yerindeyse. Berbat haldeydi Güneş. Sorsa bile bir şeyler, cevaplayamayacak kadar kendini kapatmış, kendi içinde hesaplar peşindeydi Güneş.
Sabah arkadaşını kahvaltı etmeye zorlarken "Kemal sana bir sey mi yapti?" diye, kısa bir an gözlerine bakmıştı Güneş derin derin. Cılız bir sesle kısaca "Hayır" demiş, yeniden susmuştu Güneş.
Kemal beyi düşünmek bile onu yaşadıklarına geri götürmeye yetmişti... sanki hiç o anlardan uzaklaşabiliyormuş gibi. Keşke bekleseydi, keşke annesi için endişelenmeyip geç geleceğini haber verseyi ama çıkmasaydı o evden. Oysa şimdi her şey tepetaklak olmuş, benliği elinden alınmış, tüketilmişti.
O günün sabahı eve dönmüştü Güneş. Bir önceki akşamın etkisinde, gözleri şiş, dudaği yaralıyken çıkmıştı annesinin karşısına. Gece Merve "üşütmüş biraz" dediğinden kızının kızarmış gözlerini, uçuk gibi görünen dudağındaki yarayı da hastalığına vermişti. Zaten Güneş de "Halsizim, yatacağım" deyip kaçmıştı kendisini endişeyle izleyen iki kadına bakmadan.
Merve'yi biraz sorguya çekmiş ama dün telefonda kendisine anlatılanların dışında bir şeyler öğrenememişti. Kizinda bir gariplik sezmiş, amansızca şüphelenmişti bir şekilde. Diyememisti ama Merve "Güneş'i gece bir hastanenin parkindan gidip, aldım. Hali perişandı" diye.
Sonraki birkaç gün herkese kapatmışti kendini Güneş. Kimseyle doğru dürüst konuşmuyor, kimseye yüzünü de göstermiyordu neredeyse. Bakamıyordu kimsenin gözlerine, kaçırıyordu bakışlarını her daim. Annesini üzdüğünün farkındaydı ama elinden bir şey gelemiyordu. Kimsenin saf sevgisini kirletmek istemiyordu, kendisi kirlenmişti ya... Gece gördüğü kabuslar da hiç bitmek bilmiyordu. Annesinin üzülmekten ziyade endişelendiğini, korkamaya başladığını biliyordu. Kaç defa paylaşmak istemiş, ağzını açıp tek bir kelime bile edememişti ama.
* * *
-"Öyle mi? Geçmiş olsun dileklerimi ilertirseniz çok sevinirim."
-"Tabii, iletirim. Ama Güneş hanım ne zaman yeniden işe başlayabilir bilmiyorum. O yüzden, sizin için de bir sakıncası yoksa tabii, yeni evinizin projesi benim sorumluluğumda olacak bundan sonra."
-"Şey, ben aslında Güneş hanımla yeniden çalışmak isterim. Uzun bir zaman çalışamayacak mı kendisi?"
-"Maalesef bilmiyorum Kemal bey. Çalışmaya başlarsa bile, hemen böyle büyük bir işle yeniden başlayamaz maalesef. Benimle çalışmaksa eğer sorun, başka bir arkadaşımı da ayarlayabilirim."
-"Hayır Merve hanım. Lütfen, öyle demek istemedim. Ben Güneş hanımın önceki çalışmalarını çok beğenmiştim. Israrım o yüzden."
-"Anlıyorum ama maalesef elimden bir şey gelmiyor."
Kemal Güneş'in aramaması üzerine dayanamayıp kendi aramamıştı mimarlık ofisini. "Güneş hanım hastalık nedeniyle işe gelemiyor. Sizi Merve hanıma bağlıyorum" diyerek Merve'ye yönlendirmişti onu sekreter Seda.
Merve'den aldığı bilgilerden sonra istemeye istemeye kabul etmek zorunda kalmıştı başka biriyle çalışmayı. Hoşnutsuzluk ve hayal kırıklığı ile kapatmıştı telefonu. Artık Merve ile çalışacaktı. Yapılacakları mümkün olduğunca telefonda konuşmuş, anlaşmışlardı. Merve gidip görecekti Kemal beyin yeni evini.
* * *
Ece, Güneş'in bulunduğu odanın kapısını tıklatıp, cevap beklemişti. İşi bitmiştir diye düşünmüş olsa da, ses gelmeyince içeri bakmıştı. Konuşmak istemediğini düşünmüştü genç kadının. Odada göremeyince banyoya bakmış, orada da olmayınca anlamıştı olan biteni. Yatağın ayak ucuna koyduğu çantayı da göremeyince, genç kadının kaçtığını nihayet anlamıştı. Banyodaki parçalanmış kıyafetler haricinde hiçbir iz bırakmadan, kimseye fark ettirmeden çıkıp gitmişti demek odadan. Koşar adımlarla kapıda içeri alınmayı bekleyen abisi ve arkadaşı Mustafa'nın karşısına çıkmıştı endişeli bir şekilde. Bir terslik olduğunu anlayan Umut "Ne oldu? Kötü bir şey mi var?" diye sorarken, hışımla girmişti odaya. Ardından Ece'nin "yok..." diye cevap verdigini zar zor algılamıştı.
* * *
Ardında kalan tek şey ismiydi genç kadının, Güneş Zahit. Bu isim dönüp duruyordu kafasında genç adamın. Çantasında buldukları kimlikten bir kaç bilgiden başka bir şey de yoktu ellerinde. Hala başına gelenleri düşünüyordu, aklı almıyordu. Nasıl yapabilmişti bir insan bunu bir insana, narin bir kadına, bir güzele? Kaçmıştı işte Güneş, yaşadıklarından, kendisinden kaçmıştı.
Kadının yerini bulmasını rıca etmişti Umut Mustafa'dan. Neden ve nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde çekiyordu onu Güneş. "Herhalde yaşadıkları beni fazlasıyla etkiledi..." diye düşünüyordu her defasında. Ama aslında nedeni açıktı. Yine de utanıyordu en derindeki seslerden, gerçeklerden. Nasıl düşünebiliyordu ki öyle şeyler, hem de bu durumda? Acaba nasıldı, ne haldeydi şimdi? Geçen şu bir kaç günde ya kendine zarar vermişse? Ama yok, mutlaka haberi olurdu, haber verirdi Mustafa kendisine.
Düşüncelere dalmışken yeniden, odasının kapısı tıklatıldı.
-"Gelebilir miyim?" diye soruyordu Ece hafifce başını içeri uzatmışken.
-"Gel tabii, gel!" diye gülümseyerek kardeşini karşıladı Umut. Kısa bir sarılmadan sonra yerlerine otururlarken "Eee, hangi rüzgar attı seni buralara bakalım?" diye sordu.
-"Aşk olsun, hiç mi hal hatır sormuyorum, abimi ziyaret etmiyorum yani?"
Sıcacık gülümseyerek kiymetlisine baktı Umut. Ya o yaşamış olsaydı Güneş'in yaşadıklarını, nasıl hazmederdi bunu? Ne halde olurdu şimdi?
O bunları düşünüp içi sızlarken, Ece abisinin canını bir şeylerin sıktığını fark etti.
-"Ne oldu abi? Durgun gibisin. Bir sorun mu var?"
- "Yok. Ben... sadece Güneş'i düşünüyordum. Mustafa aradı bugün."
- "Eee...?"
Gerçek bir ilgiydi Ece'ninki. Günlerdir Güneş'in yaşadıklarının sorumlusu araştırılıyordu. Hastanede bıraktığı kıyafetlerdeki ve eşyalardaki izler de araştırılmış ama ne yazıkki bir adım ilerleyememişlerdi. Herhalde Güneş ilk ve son kurbanı değildi adamın. Güneş'i buldukları bölge bile araştırılmıştı ama adam bulunamıyordu. İşini iyi bilen, ardında gencecik kurbanlardan başka iz bırakmayan bir caniydi... Bir sabıkası dahi yoktu anlaşıldığı üzere. Peki bulunamayıp, insanalara yaşattıkları cezasız mı kalacaktı?
Öyleyse... Bu hiç adil değildi!