Kyungsoo büyük bir hışımla Kral Suho'nun odasından çıktığı sırada çan seslerini merak eden Sehun taş koridorda pelerininin koyu kırmızı tonuna bürünmüş bir çift koyu kırmızı göz ile karşılaşmıştı.
Büyük bir merakla kardeşine doğru yürürken gözlerinin bu tona sahip olmasının sebebini az çok biliyordu. Titrek nefesi, korkak adımlarını takip ediyor, ortamda ki gürültülü sessizlik boğazına kuru bir lokma gibi yapışıyordu.
"Kardeşim." Kenara kıvrılmış iri dudaklar aniden tebessüm etmeyi kesmiş, ortama gürültülü bir sessizlik daha yayılmıştı.
"Ne işin var burada?"
Prens olan titrek bir nefes alıp karabüyü ile bezenmiş kardeşine doğru bir adım daha attı. Artık yüz yüze dönmüş bir vaziyette birbirlerinin nefeslerini soluyorlardı.
"Unuttun mu? Bende burada yaşıyorum."
"Yaşıyordun." Prens olan bir yanlışı düzeltiyormuşcasına üzerine bastırarak söylediğinde diğeri kıvrık bir gülümseme daha sunmuştu. İkisinin elleri de heyecandan terlemişti. Fakat Kyungsoo üstünlüğünün farkındalığı ile oldukça sakin görünüyordu.
"Biliyor musun Sehun? Hayatım boyunca en çok bu huyundan nefret ettim. Hep böyleydin sen. Bencildin. Önemli olan daima sendin. Babanda öyleydi. Daima seni yüceltti. Ama ne yazık ki artık yaşamıyor. Ve günün birinde sende öleceksin."
Ufak bir el hareketiyle kral olanı karşı duvarla birleştiren büyücü yerlere kadar olan pelerinini havalandırıp kendisini şaşkınlıkla izleyen insanlara aldırış etmeden taş kalenin çıkışına doğru ilerlemeye başladı. Bu son sözü değildi. Kesinlikle değildi. Gün gelecek buraya daha güçlü bir şekilde geri dönecekti. Hak ettiği herşeyi elde edecek onu bu zamana kadar küçük gören herkesi alt ederek onlara asıl kralın kim olduğunu gösterecekti.
Kin, öfke, nefret ve tahtı ona getirecek ihtirastan başka hissettiği bir duygu yoktu. Duygularının tamamını ondan alan bu insanlar pişman olacaklardı. Günü geldiğinde çok pişman olacaklardı. Şimdilik sadece gitmesi gerekiyordu. Gidip gücünü toplayıp öyle dönecekti Seoule.
Çünkü demir tahtın Kyungsoo'nun olmaktan başka çaresi yoktu.
***
Taş kalenin kapıları genç hizmetkarın atı için ardına kadar açıldığında, atın üzerinde ki kişiyi gören halk kendi arasında fısıldamaya başlamıştı bile. Ağızlarını elleri yardımıyla gizleyip baygın bir şekilde yatmakta olan prens hakkında teoriler öne sürerken Kral Suho'nun ölümünden henüz hiç kimse haberdar değildi.
Baekhyun atını ardı sıra dizilmiş taş merdivenlerin önüne konumlandırırken Prens Chanyeol'u gören nöbetçi askerler telaşla kırmızı pelerinlerinin boylu boyunca uzandığı merdivenlerden aşağı indiler.
İçlerinden biri prensi kucakladığında Baekhyun telaşla bağırdı "lütfen dikkatli ol."
Şövalye iki kolunun arasına büyük bir dikkatle aldığı prensi sarsmadan taşımaya çalışırken, genç hizmetkara dönüp heyecanla sordu "prensin neyi var?"
Baekhyun kurumuş dudaklarını dili ile ıslatırken korkudan titreyen ellerini birleştirdi. Vücudunda bulunan organların hiçbiri şu an ona itaat etmiyordu. Sanki beyni diğer organlarına emir vermeyi umutmuş gibi hep aynı anda takılı kalmıştı. Chanyeol'un bir akrep tarafından ısırıldığı anda.
"Ormandaydık birden etrafımızı en az bir adam boyunda ki akrepler sardı. Prens onlarla başedebileceğini düşünüyordu fakat görüyorsunuz onlardan biri saniyesinde Prens Chanyeol'u yere yığmıştı bile "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUTSAL BÜYÜ(ChanBaek)-Bitti-
FanficKrallar, Prensler, büyücü ve ejderhalar. İyilik ve kötülük. Gerçekler hiç bu kadar fantastik bir şekilde anlatılmamıştı. Çiftler: ChanBaek HunHan KaiSoo ✴ Kitap Angst değil ✴