Fëanor, Fingolfin ve Gil-Galad uzun süre çalışma odasında kalmış, Maglor'un son görüldüğü yerden, Orta Dünya'nın genel durumuna dair birçok konuda konuşmuşlardı. Fëanor, torunu hakkında da bilgi almış ve izlenilecek bir plan düşünmeye başlamıştı. Kendi oğullarına ve de torununa verdiği eğitimden biliyordu ki bulunmak istemediklerini onları bulmak çok zordu. Ama yine de ikisini de tanıyordu, hareketlerini tahmin edebiliyordu. Gerçi torununu bulmanın Kanafinwë'ye göre daha zor olabilme ihtimali vardı çünkü dede torun birbirlerinden ayrıldıklarında Telperinquar daha yeni yetişkin bir elf olmuştu. Uzun bir konuşmanın ardından, Gil-Galad bir takım emirler vermek için odadan ayrıldı ve Fingolfin ile Fëanor'u baş başa bıraktı. Devasa oda bir anda sessizleşmişti ve sessizlik can sıkıcı bir hal almıştı. Fingolfin dayanamayıp sessizliği bozdu: "Ona o kadar zalimce davranmamalıydın. Oğullarının önünde... Çok üzdün amya. Ne de olsa sevdiğin ka-" Fingolfin'in sözleri Fëanor'un bakışlarını görmesiyle birlikte yarım kalmıştı. Fëanor kardeşine iyice yaklaştı ve "Bu konuda senden tavsiye alacak değilim." dedi. Sonra da yarı hüzünlü yarı öfkeli gülüşü duyuldu. "Sen nasıl hissediyorsun... Biricik kardeşinin seni bırakıp arkada kalması konusunda? Arafinwë'in bana sadakat göstermemesini anlayabilirim ama kendi kardeşini terk etmesi... Finwë oğlu olduğuna inanmak güç değil mi?" Fingolfin bahsi açılan konu ile ilgili anılarını anımsayınca gözleri hüzünle dolmuştu. Fëanor ona baktı ve devam etti, "Sen daha kardeşini affedemezken bana nasihat vermeye kalkma çünkü nefret etmek konusunda nasıl yetenekli olduğumu biliyorsun." Fingolfin başını kaldırdı ve büyük abisine baktı, "Nefretinin hangi boyutlara ulaşabileceğini biliyorum. Ama bildiğim bir şey var ki o da Nerdanel Istarnië'den nefret etmediğin çünkü... istesen de edemezsin." Bir süre abisinin bocalamış haline baktı ve yüzünde yarım bir gülümsemeyle abisine selam verip odadan ayrıldı.
Akşam olduğunda herkes büyük bir salonda toplanmıştı. Gil-Galad büyük bir ziyafet hazırlatmıştı, uzun zamandır yüreği ilk kez bu kadar coşkuyla doluydu. Atalarıyla, Ñoldor'un en yiğitleri, en beceriklileriyle aynı masayı paylaşıyordu. Bundan daha güzel ne olabilirdi? Herkes yemek masasına geldiğinde Fëanor da salona girip Curufin'in yanına oturdu. Yemekler yenirken bir yandan da Maglor'u bulma planlarını tartışıyorlardı. Nerdanel, Maedhros ve Celegorm'un arasına oturmuş şişmiş gözleriyle sessizce yemeğini yiyordu. Fëanor'un Maglor'u aramaya gelmesine müsaade edeceğini umuyordu. Fëanor, Maglor'un sahil kasabalarında gezdiğini ve de ne tür sahilleri seçeceğini biliyordu. Kanafinwë doğduğu andan itibaren oğlunun ruhunu tanımıştı. Yemek bittiğinde herkes dinlenebilmek için odalarına çekilmeye başladı. Fëanor salondan ayrılırken Nerdanel yanına gidip elini uzattı ve Fëanor'un sağ bileğini kavradı. Onun için yaptığı bilekliği Fëanor'un hala taktığını anlayınca içine bir nebze olsun ışık doğmuştu. "Ne tür yerleri seçeceğini biliyorsun, ıssız, yağmurlu bir deniz, kalabalık şehirlerden uzakta ve kesinlikle falorn ağaçlarının yetiştiği bir yer. Ona ilham veren ağaçlar..." Fëanor gözlerine baktı, "Biliyorum" dedi ve bileğini hızla elinden çekip onun için hazırlanan odaya doğru ilerledi. Gece iyice ilerleyip de herkes istirahate çekilince, Celegorm odasından çıktı, biraz bile olsa Aredhel ile konuşmak istiyordu ve de tam tahmin ettiği yerde onu bulmuştu, Valinor'da yaptıkları gibi sözleşmiş gibi birbirlerini buldular. Yarım kalan sarılışlarını tamamladılar, Celegorm geri çekilip Aredhel'in yüzüne baktı ve eğilip onu öptü. Geri çekildiğinde mutluluk içinde gülümsedi ve elini Aredhel'in yanağına koydu, "Bir daha beni arayıp bulmaya karar verdiğinde, ormanlarda yalnız başına aramak yerine bana haberci gönder, savaş içinde dahi olsam seni gelip alırım. Doriath'da ölmeden önce senin kayboluşunla birlikte ruhum da ölmüştü zaten. Sonra o lanet olası Teleri'nin sana yaptıklarını öğrenince... Onlar da tekrar bu dünyaya gelmezler umarım. Bir tanesi oğlun bile olsa ikisini de geldikleri salonlara geri göndereceğim, olabilecek en uzun ve acı verici şekilde." Aredhel, Celegorm'un mavi gözlerine baktı. "Bu dünyada dönseler bile bize yanaşacaklarını sanmıyoru çünkü Ñoldor'un onların peşinde olacaklarını biliyorlar. Oğlum bile olsa, Gondolin'in düşüşünün ve ağabeyimin ölümünün sebebi olan o elfe hiçbir sevgi beslemiyorum. Bu benim ikinci hayatım, ikinci şansım ve hiçbir kuvvet bu kez beni senden alamaz!" Celegorm tekrar eğilip onu öptü, geri çekildiğinde yüzünde garip bir ifade belirdi. "Hiçbir güç...hmm... Fëanor Curufinwë ve Fingolfin Nolofinwë'yi ne yapacağız peki?" Aredhel şen bir kahkaha attı."Ben babamı zor da olsa ikna ederim. Sen Ateşin Ruhu'nu nasıl ikna edeceksin onu düşün." Celegorm'un yüzü iyice düşmüştü. Aredhel ellerini onun yanaklarına ellerini koydu, "Bunlar sonraki meseleler, şu anda düşünmemiz gereken Turukáno abimin Manwë kartalları gibi gözleri var ve o gözlerden hiçbir şey kaçmıyor. " Celegorm başıyla onayladı, "Gece dolaşma huyu da olabilir ayrıca, Valinor'da böyle yaptığını hatırlıyorum, yakalanmadan odalarımıza dönsek iyi olur. Hem dinlenmemiz gerek. Yarın ilk ışıkla birlikte siz Beleriand keşfine, biz ise abimi aramaya gideceğiz." Birbirlerine tekrar sarıldıktan sonra, ikisi de becerikli bir şekilde sıvışarak odalarına döndüler. Sabahın ilk ışıkları ile birlikte Fingolfin ve Fëanor hanesi yola çıkmak üzere hazırlandılar. Nerdanel de Maglor'u aramaya geliyordu. Fëanor bu konuda bir şey söylememişti. Nerdanel, kılıç kullanmayı da yay kullanmayı da biliyordu. Mahtan hanesindeyken silah kullanmak konusunda hiçbir şey bilmeyen Nerdanel, Fëanor ile evlendikten sonra her şeyi öğrenmişti. Çünkü Fëanor'a göre kadın ya da erkek her Ñoldo bir kılıcın ruhunu tanımalıydı ve onu nasıl kullanacağını bilmeliydi, Fëanor'un kendini korumayı bilmeyen zayıf insanlara asla tahammülü yoktu. Hepsi atlarına atlayıp yollarına ayrıldılar. Fingolfin ve çocukları, gizli birer askeri birlik gibi davranıp eski toprakları Hithlum'u, Himring'i, Himlad'ı, Thargelion'u, Nargothrond'u ve Maglor Geçit'ini keşfe çıkıp ne durumda olduklarına bakacaklardı. Fëanor hanesinin öncelikli hedefi ise belliydi, Maglor'u bulmak. Ama işleri çok zordu. Maglor'u işaret eden bulgulara rastlasalar da sürekli onu arkadan izliyor gibiydiler, buldukların yerlerden hep daha önce ayrılmış oluyorlardı. Günler geçiyor, Fëanor ve ailesinin bakmadığı yer sayısı azalıyordu. Kendilerine yeşil elf süsü vermişlerdi ve asla gerçek kimliklerini açıklamıyorlardı. Dorth-Morion'a dönüp tekrar aramaya koyulmuşlardı. At üstünde geçirdikleri o kadar günün ardından, en sonunda bir sahil kasabasında bir hana girdiler. Biraz yiyecek ve içecek ısmarlayıp bir masa buldular. Fëanor etraftan gözlerini alamıyordu. Girdikleri han öyle eski ve yıkık dökük bir yer değildi ama yine de Fëanor'un ailesine sunduğu hayattan oldukça uzaktı. Yüzyıllardır Kanafinwë'nin hayatı bu mu oldu diye düşündü. Finwë torunu, Kanafinwë, böyle yerlerde mi geçiriyordu ömrünü... Bu düşünceler tekrar sıkıntıya düşürdü Ateşin Ruhu'nu. Akşam olmaktaydı, Fëanor ve oğulları oda kiralayıp kalma üzere yukarı kata çıkarlarken, hancının duvarında asılı küçük bir obje Fëanor'un dikkatini çekti. Oğullarına ilerlemelerini işaret etti ve hancıya yaklaştı. "Duvardaki o altın... Çok ilginç görünüyor. Antika bir şeymiş gibi. Satıyor musunuz?" Hancı Fëanor'a döndü, "Hayır beyim. Bunu aynen sizin gibi bir yeşil elften aldım, parası yoktu ve birkaç şişe şarap karşılığında onu bana verdi. Değerli bir şey ama satmayı düşünmüyorum. Duvarımda daha ilgi çekici oluyor." Fëanor'un gözleri parlamıştı, "Bu yeşil elf nasıl biri?" Adam Fëanor'un yüzüne baktı, "Bu size komik gelecek ama bir yabancı olduğunu bilmesem akrabanız derdim, size oldukça benziyor. Ve de bu dünyadan olmayan bir sesi var. Burada sadece bir gece kalıp kalacak oda karşılığında bize şarkı söyledi ve bütün hizmetçi kızlarımı kendine aşık etti. Ama garip bir tip. Neredeyse hiç konuşmadı. Bana kalsa tehlikeli de, onunki gibi kılıçları hiçbir yerde görmedim, efsanelerde anlatılan Ñoldor işi kılıçlar gibi." Fëanor gülümsedi ve içinden, "Evet, o kılıçlara dair hiçbir fikrin yok" diye geçirdi, biraz daha konuşup altını veren yabancının çok bu sabah handan ayrıldığını öğrendi. Odasına çıkmak için merdivenlere yöneldi. Bunu oğullarına söylemek istemiyordu. Bu umudu onlara verirse ve Kanafinwë buradan ayrılmışsa büyük hayal kırıklığına uğrarlardı, her baktıkları yerden boş elle döndükleri onca günün ardından onlara böyle acı bir hayal kırıklığı yaşatmak istemiyordu. Sonra sabrını kaybetti, yukarı kata çıktı ama odasına girmekten vazgeçti. Bunun yerine Maedhros'a biraz gezineceğini söyledi ve uzun pelerinini alıp çıktı. Gece boyunca tüm sahili yürüdü ve Kanafinwë'yi aradı. Ondan hiçbir iz yoktu. Sahil şeridi çok uzundu, yürüdükçe yürüdü, oğluna seslendi ama hiçbir karşılık alamadı. Saatlerce sahilde dolaştıktan sonra yüreğinde geçen her dakikayla artan bir hüzünle ormana girdi. Git gide ümitsizliğe kapılsa da orada da oğlunu aramaya devam etti. Saatler geçiyordu ve Fëanor hangi tarafa gittiğini bile fark etmeden ormanda oğlunu arıyordu. En sonunda onu yine kaçırdığını düşünüp hana geri dönmek için yönünü değiştirdi.Umutlarının tamamen tükendiği bir anda ormanın derinliklerinde hüzünlü bir şekilde ilerlerken kulağına çok boğuk da olsa bir arp melodisi geldi. Durup dinledi. Hiçbir şey duyulmuyordu. Aklım bana oyun oynuyor diye düşündü. Ama birkaç saniye sonra tekrar aynı melodiyi işitti. Fëanor sabit durup tüm elf duyularını devreye soktu. Odaklanmaktan kafası neredeyse çatlayacak gibi olmuştu ama artık melodiyi daha rahat duyuyordu. İyice odaklanıp sesi takibe koyuldu. Bir süre yürüdükten sonra ileri de sık bir koruluk fark etti. Henüz güneş daha yeni doğuyor olmasına rağmen eldar gözleri ile falorn ağaçlarını fark etti. Ağaçları görür görmez koşmaya başladı ve ağaçlar onu küçücük bir koya getirdi, burası sahilin uzaktan bakınca görülmesi imkansız, saklı kalmış bir köşesiydi. Falorn ağaçları ile örtülüydü. Kayalardan aşağı inip kumlara bastı ve ilerlemeye başladı. Arpı artık çok rahat duyuyordu ve arpa eşlik eden sözler Ñoldorin dilindeydi. Güneş artık sabah ışıklarını göstermeye başlamıştı. Fëanor bir kaya kümesini geçince ileride denizin kenarında Kanafinwë'yi gördü. Elinde olmadan durarak onu izlemeye koyuldu. Bir elfi bile üşütecek havada çıplak ayakları ile sahilde oturmuş arpını çalarken dedesi Finwë'nin ölümüne dair bir ağıt yakıyordu. Saçları solgun, yüzü ve bedeni zayıflamış gibiydi. Üstündeki giysiler ise oldukça eskiydi. Kılıçlarını iki yanına koymuştu. Ama yine de Kanafinwë'siydi işte. Bütün azameti ve kudreti ile onun oğluydu. Yıllar ondan mükemmelliğini alamamıştı. Yavaşça ona doğru ilerlemeye başladı. Kanafinwë birden duraksadı çünkü ona doğru atılan adımları kulakları fark etmişti. Arpını bıraktı ve yavaşça iki kılıcını kavradı. Bu saatte buralarda dolanan ya onun gibi yalnız bir yolcuydu ya da büyük bir tehlike. Ama hisleri ona tehlike diyordu çünkü ona yaklaşan kişiden yayılan enerji onu uyarmaya yetmişti. Kılıçlarına pozisyon verip ani bir hareketle arkasına döndü ve kendisine yaklaşa yabancıya bakıp bağırdı, "Kimsen geldiğin yere dön, başına bela olmamı istemezsin!" Yabancının cevabı gecikmedi, "Ama sen zaten benim başımın belasısın canımın canı, doğduğundan ve bu dünyada nefes almaya başladığından beri..." Maglor duyduğu sesle bocaladı, bu sesi duymuş olamazdı çünkü bir daha asla duyamayacağını biliyordu. Ama güneş iyice yaklaşıp yabancının yüzünü ve kapkara saçlarını aydınlatınca Maglor olduğu yerde dondu. Önce Aglálindel sonra da Harólindel elinden kayarak düştü. "Atar... Bu gerçekten sen mi-?" Lafını tamamlayamadan dizlerindeki tüm gücü kaybetti. Tam düşecekken Fëanor ok gibi fırlayıp onu tuttu ve kucağına yatırıp kumların üzerine oğluyla birlikte düştü. Maglor'u bir bebek gibi kucağına aldı. Ayaklarını, kollarını kontrol etti. "Üşümüşsün.." Çevik bir hareketle pelerinini çıkartıp Maglor'a sardı. Bu şekilde sarılı hali Fëanor'a bebekliğini dair görüntüleri hatırlattı. Maglor yavaşça gözlerini açıp babasının gözlerine baktı. "Atar...ben üzgünüm, affet, affet beni..." Fëanor oğlunu kollarının arasında sevgiyle sıktı. "Neyi affedecekmişim bakayım? " Maglor'un gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. "Sana layık olamadım. Kardeşlerimi koruyamadım... Silmarillerini aldık ama ben Nelyafinwë abimi de koruyamadım. Silmarili... Onu denize attım, verdiği acıya dayanamadım. Senin gibi güçlü değilim, sana layık değilim. " Ağlayışından dolayı Maglor'un bütün sözleri boğuk boğuk çıkıyordu. Fëanor uzanıp Maglor'un avuç içlerini kontrol etti. Artık iyileşmiş olsalar da silmarilin geride bıraktığı korkunç yanık izleri avuç içlerinde duruyordu. Fëanor, Kanafinwë'sinin avuç içlerini dudaklarına götürüp ikisini de öptü. "Sen benim oğlumsun, bana kendi affettirecek tek kötü bir şey bile yapmadın." Maglor'un çenesini kaldırıp iyice gözlerine baktı. "Bitti artık. Yalnız değilsin. Ben buradayım, kardeşlerin, annen, kuzenlerin...herkes burada, yanında." Maglor gülümseyerek hafifçe gülümseyerek babasının göğsüne yaslandı. Fëanor gülümseyerek ekledi. "Yalnız çok ağırsın, kucağımdan inmezsen senin beni hana taşıman gerekecek." Maglor yavaşça doğruldu ve pelerinine iyice sarılarak babasının yanına oturup omzuna yaslandı. "Nelyo, Turco, Moryo, Curvo, Pityo ve Telvo... Hepsi burada mı? Hepsi mi? Tüm kardeşlerim? Annem de mi?" Fëanor ellerini Maglor'un dudaklarına götürdü. "Şşttt sakin ol...Evet, hepsi burada ve muhtemelen meraktan deliye döndüler. Biraz gezeceğim dedim sabah oldu." Sonra kalkıp Maglor'a elini uzattı. Maglor babasının elini kavrayıp ayağa kalktı. Babası koluna girerek, "bana yaslan" dedi. Maglor babasına yaslandı ve yürümeye başladılar. "Ada?" "Mmm?" "Silmaril için kızmadın mı?" "Kızmadım" "Emin misin?" "Eminim" " Yani gerçekten emin misin? Kızmadın mı?" "Kızmadım diyorum ya oğlum." "Yani demem o ki-" "Kanafinwë Makalaurë!!!" "Tamam sustum." Ormana girdiler ve Fëanor'un bağladığı atını buldular. Ata binerek hana doğru yol aldılar. Hana girince tüm Fëanor ahalisini salonda buldular, hiçbiri odasında değildi. Maedhros ağzını açıp şikayet edecekti ki, Maglor'u görünce sustu. Tüm kardeşler bir süre için Maglor'a sadece bakabildiler. Söylenilecek o kadar söz, giderilecek o kadar özlem vardı ki... Sonunda ona doğru yürüyüp onu kucakladıklarında tekrar Valinor'daki kudretli 7 kardeş olmuşlardı. Öyle ki Nerdanel onları izleme zevkinden vazgeçip oğluna sarılamamıştı bile. Sonunda Maglor, ilerleyip annesini kucakladı. Handa olan diğer kişiler olan biteni anlamasa da keyifle onları izliyorlardı. Maglor bir şeyler yiyip biraz dinlendikten sonra ayrılma vakti gelmişti. Fëanor hancıya doğru yürüyüp ne kadar borçlu olduklarını sordu. Hanında sattığı içkilerden biraz erken içmeye başlayan şişman hancı daha o saatte çakır keyif olmuştu bile, içtiklerinin ona verdiği hafiflikle etrafının elfler ile sarılı olduğunun ve bunun da ne kadar tehlikeli olabileceğinin farkına varmadı ve de hanındaki diğer yolculardan kuvvet aldı ama onlar hancı gibi sarhoş değildiler ve Fëanor kafilesine çok dikkatli yaklaşmışlardı. Dahası Fëanor'un da gizemli elfin akrabası çıktığını görünce parasız olduğunu düşünüp konuştu gevşekçe konuştu hancı, "Yoksa sen de mi şarkı söyleyeceksin han borcunu ödemek için ya da belki yanındaki kızıl saçlı güzeli teklif edersin he?" Fëanor Nor-Gilithon'u tek bir hamleyle çekip adamın kafasını omuzlarından ayırdı ve fışkıran kan tüm içki tezgahını kızıla boyadı. İçerideki diğerleri adeta korkudan dillerini yutmuşlardı. Fëanor cesede basıp, "Sen o kızıl saçlıyı ağzına bile alamazsın!" dedi. Sonra da handaki diğerlerine dönüp konuştu, "konuşmadan önce karşınızdaki elfi tanıyın, yoksa bir Ñoldo'ya denk geldiğinizde kafanızı o kadar hızlı koparır ki daha ne olduğunu anlamadan gebermiş olursunuz!" Sonra da oğullarına dönüp kafasıyla işaret verdi ve "Gidelim bu lanet yerden!" dedi. Hepsi dışarı çıkıp atlarına bindiler ve Dorth-Morion'a dönmek üzere yola koyuldular.
����
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ñoldor'un Dönüşü
FantasyÑoldor'un Arda'nın İkinci Çağ'ında, Mandos'un salonlarından ayrılması ile başlayan hikayesi. Bu hayran kurgusunda/ fanfiction bir kaç tane eklenilen karakter ve yer ismi hariç tüm karakterler ve yer isimleri Tolkien'e aittir. Hiçbir şekilde çoğaltm...