giriş

935 48 107
                                    

Bakma öyle şaşkın şaşkın etrafına, olanlar olacakların küçük bir parçası

Zamanında küçük bir çocukken ancak kötülüklerden haberdarken, kötülükle yaşamak o kadar da endişelendirmezdi beni. Tanrı'nın her şeyi gördüğünü ve duyduğunu bilirdim ve sanki ben şeker çalarken mutfak dolabından, gizlice, benim yakalandığım gibi herkesin yakalanacağını ve benim azar yediğim gibi herkesin azar yiyeceğini düşünürdüm.

Basit ve işlevli bir adalet algım vardı o zamanlar, ki hala işlevli ve adaletli geliyor. Ama işte sizin de bildiğiniz üzere işler hiç öyle değil.

"Keşke işler öyle olsaymış." diyorum hala ama elden bir şey gelmiyor. "Koskoca Tanrı." diyorum sonra "Bir şey biliyordur da yapıyordur, herhalde. Yani umarım."

Sıkı sıkıya inanıyordum açıkçası, şu ceza olayının gökten kafaya düşen bir taş ya da havada beliren bir elle anında verileceğine. Çünkü küçük bir çocuktum yahu. Yaklaşık sekiz dokuz yaşıma kadar sürebildi ama bu güzel durum. Sonra bir gün sınıfımızdaki sarışın bir oğlan benim güzel elmalı silgimi benden alıp, geri vermedi.

Tüm eve dönüş yolu boyunca ağlamıştım. Elmalı silgimi seviyordum ve yeşildi çünkü. Yokluğu ve ona sahip çıkamamak beni kahretmişti. Bu iş karşısında hiçbir şey yapmamak beni kahretmişti.

Eve varınca dedem durumu öğrenince, beni doğru bakkala götürmüş, bana bir elmalı silgi daha almıştı. Aynısından.

Eskisini de o almıştı çünkü. Aynı bakkaldan. Başka kim olacak ki? Başka kim? Büyükannem? Belki.

O silgimi alan çocuğa asla bunun hesabını sormadım çünkü derdim bana yapılan haksızlık değil, elmalı silgimin yokluğuydu. Derdim bunu engellemek adına hiçbir şey yapamamaktı.

Belki babama biraz güvensem o günlerde, o çocuğa belki bir kaç yumruk sallayabilirdim ancak birincisi babam bana yumruk atmayı öğretmedi. Aslında babam bana hiçbir şey öğretmedi. İkincisi ise kavga edersem babam öğretmen beni müdürün odasına götürdüğünde arkamda durmak için orada olmazdı.

Güvenmiyordum ona ve benim arkamda duracağına, daha sekiz yaşındaydım ama inanamıyordum işte ona. Ona inanmama konusunda hiç yanılmadım hatta. Ya da o beni hiç yanıltmadı, hiç arkamda durmayarak. O odada olamaz mıydı, olmaz mıydı bu ayrımı hala yapamıyorum aslında ama beni korumak için hiç orada olmadı. Ne bedenen ne de ruhen.

"İş işten geçtikten sonra kin gütmek güçsüzlerin işidir." demişti büyükbabam, o gün silgimi alıp eve döndüğümüzde gözyaşlarımı silerken.

Öyle bilge ve mükemmel duruyordu ki bakışları, kırışık göz çevresine ve her gece yemekten sonra koltukta uyuyakalıp komik bir şekilde uyuklamasına rağmen yanılamayacağını düşündüm, kabul ettim. Zihnimin ve ruhumun derinliklerindeydi hem de bu kabulleniş. Büyükbabam asla yanılamazdı çünkü. O çocuğa bir şey yapamamamın üçüncü sebebi de bu sanırım.

Ve büyükbabamdan bana öğretmemesini dileyeceğim tek şey de bu oldu. Büyükbabam öğretmese bu kadar içime işlemezdi bu söz. Öğrenmemiş olmayı istiyorum çünkü bunu bilmek öylesine zor ki. Nefret etmemek, intikam almamak, bağışlamak... Öyle zor ki.

Yani kimse bana hesap sormam gerektiğini öğretmedi. "Çünkü bir şeyin olmasını engelleyemiyorsan, karşı koyacak gücün de cesaretin de yoksa, o kişi bunu yaptı diye ona öfke besleyemezsin. Suçlu sensin oğlum Yixing." dedim kendi kendime o gün. "Bir kişi bir işi yapabiliyorsa buna gücü yettiğinden değildir sadece, sen onu yapmasına izin verdiğin içindir de, ister destekleyerek, ister susarak. Bir şekilde ona müsaade ettiğin içindir." Çünkü, çünkü öyle işte. Güçsüz edebiyatına katlanamıyorum bu yüzden.

O gün iki şey öğrendim. Birincisi Tanrı'nın hiç umurunda değildi benim silgimin alınması ve benim sümüğümün ağzıma doğru akması, yani anında suçluya verilen bir ceza falan yoktu, anlıyor musunuz? İkincisi ise her şeyi bok etmeye yarayan bir bilgiydi: kimseye hesap sorma. Aslında kimse bana hesap sormayı öğretmedi. Çünkü biri size hesap sormayı öğretmezse, hesap sormamayı öğretmiş olurdu. Hesap sormam ben  o yüzden. Biri bana bir haksızlık yaptıysa onun yakasına yapışıp da "Ne halt ediyorsun sen be!" demeyi kast ediyorum yani hesap sormak ile. Eğer bana çok da bir zararı yoksa genelde susarım bu nedenle.

Şimdi size neden bunları anlattığımı bilmiyorsanız şunu söylemeliyim ki eğer beni bundan böyle dinleyecekseniz , bu şeyleri bilmeniz gerekebilir. Bana hak vermekte zorlanmazsınız o zaman, yani umarım.

Birinin bana hak vermesi hayattaki en büyük arzum çünkü de ondan tüm bu tantananın nedeni. Size anlatmaya ihtiyacım yok esasında çünkü kendi kendime anlatıp da kendimi delirtmek en büyük hobim. Ama artık biri bana hak versin istiyorum, o yüzden anlatacağım.

Hak verip vermemek sana kalmış bir karar, ama şey, lütfen bana hak ver.

Sevgilerle.

*****************
Utangaç kız çocuklarına, markette görevliye soru sormaya çekinenlere, turuncu çiçekler arasında yüzen turuncu balığa ve dostum, ruhumu anlayan yoldaşım Laura'ya.

Umarım herkes kendinden bir şey bulur. Çünkü bu benim hikayem. Hayatımız baştan sona farklı olsa da, başka başka kurgularda çırpınsak da biliyorum ki duygularımız aynı.
On dokuz bitmeden, son umudumu yitirmeden, bir, iki, üç...
24.10.2017 12.13

Tüm Kaçışlar Kendindendir  "hunlayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin