Bölüm 34: İrdeleyip Durulan ama Bitirilemeyen

91 9 183
                                    

"Zamansız zamanlar, sadece varlar." Diye bir cümle kurmuştum, atlatamıyorum. Aklıma ne zaman gelse, duruyorum olduğum yerde ve uzun uzun düşünüyorum üstünde. Sık sık beni yoklayan bu cümlenin bir gerçekten ziyade bir anahtar olduğunu düşünüyorum, bir gerçekliğin kapısını açan küçük ama sağlam, değerli ama kaygısız bir anahtar.
Zamansızlık dediğimiz şey bana üç durumu anlatıyor bu cümle için. İlk zamansızlık birden gerçekleşen şeyi anlatıyor, ansızın gibi; ikincisi zamana yenik düşmemeyi; üçüncüsü zaman denen bir şeyin olmayışını, uzunluğunun kısalığının, tüm niteliklerinin değişebilen ve eksilen bir şey oluşunu. Baktığın yere göre şekil ve anlam değiştiriyor, ve neresinden bakıp, hangi anlamı gördüğüm fark etmeksizin bana bir şekilde güç veriyor, elimden tutup kaldırıyor. Çünkü sadece varlar, kabullenmemi sağlıyor bu. Zamanın içinde olabilirim, bazen zamanın eğilip bükülmesini, uzamasını ya da kısalmasını sağlayabilirim ama onun efendisi değilim. Zamanın içinde yaşıyorum, zamanla birlikte yaşıyorum ve ikimize de birbirimizi etkilesek de birbirimize mutlak bir hüküm veremiyoruz. E alt edemediğin şeyle uzlaşmak zorunda kalıyorsun, kolunun kesilmesini istemiyorsan diyetini ödemek zorundasın.

Kabulleniyorum, boyun eğmekle aynı şey değil ama. Henüz ergenliğimin başında iken bunu bilmiyordum ve çok öfkeliydim, herkese her şeye iliklerimi titreten bir nefret ile bakıyordum. Yalnızdım ve bunun suçlusu ben değildim. Öyleyse bunun hesabını bana vermek zorundaydılar. Öfke ve nefret beni hırçınlaştırdı, nehre karşı yüzmeye çalıştım, nehir benden daha hızlıydı, hiç yol alamadım çok çabalamama rağmen, çok yoruldum, alabildiğine yıprandım.

Zamanla duruldum ama, durulmak zorunda kaldım belki de. İçimdeki yangına daha fazla besleyemedim çünkü fark ettim ki yangınım öfkemin hedefindekileri değil bizzat beni tüketiyordu. Beslenmeyen yangın yavaşça küçüldü, sönmesi seneler aldı ve hala tütmeye devam ediyor, küllerin altında yakut gibi parlayan korlar olduğunu bilsem de onlara can vermeye niyetim yok, uzun kışların ardından yeşermeye güçleri kalmayan tohumlar gibi toprağın altında sönecek, ölecek ve çürüyüp gidecekler. Daha fazla yanmak istemiyorum. İçimde ne varsa sönmeli, savaşlar bitmeli ve artık dengeye ulaşmalıyım, kutsal nehirler gibi.
Dengeye ulaşmalı ve o vadiye varmalıyım, benim rüyama, yeşillikler içimde akmalı ve verimli topraklara ulaşmalıyım. Ben o vadiyi sulayıp ona hayat verirken o güzelliğin içinde akmalıyım. Benim hayalim bu. Ben gittiği yere hayat götüren bir nehir, hayalleri içinde süzülen berrak bir su olmak istiyorum.

"Nehirler durmaz." Diye fısıldıyor Oh Sehun kulağıma, sesinde gülücükler duyuyorum.

"Oysa sen bir nehirsin ve nehirler durmaz. Kavuşur bir an önce sevdiğine, asla geç kalmaz."

Oturduğumuz ağacın altında, sağ eli omzumda, sol eli sağ elimi tutarken yıldızları izliyoruz. Sonbahar iyice yerleşti şehrimize, bu yazdan kalma son akşamlardan biri. Dolunay tepemizde ve tüm ışıklar kapalı olsa da güzel bir loşluk var. Onu görebiliyorum ya bana yeter de artar bile bu ışık. Gülümseyerek ona dönüyorum. Bana gülümseyen gözlerle bakıyor, yüzü çocukluğumuzdaki gibi gülüyor, masumiyet ve huzurla. İçimdeki şeyi hangi kelime ifade eder bilmiyorum, nasıl anlatılır bilmiyorum, gülümsemem bana sormadan büyüyor. Sol elimi yüzüne kaldırıyorum, gözlerinin altına dokunduğumda gözlerini kapatıyor, titreyerek. Kirpiklerini seviyorum.

Ona yaklaşıp alnımı alnına yaslıyorum, "Sehun." Diyorum cesur bir sesle.

Boğazından mırıltı gibi bir ses çıkararak cevaplıyor beni.

"Beni sen inandır."

Yutkunuşunu duyuyorum.
"Lay." cevap olarak ona sokuluyorum, nasıl da özlemişim onun sesinden kendimi duymayı.

Tüm Kaçışlar Kendindendir  "hunlayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin