Bölüm 8: "Selam ben Gelecek..."

192 21 42
                                    

"Selam ben gelecek, kaçıyorum lütfen acele et."

Kayıplar, kayıplar... Kaybetmekten daha çok sahip olduğumuz ne var ki? Hayatımızın büyük çoğunluğunu kaybederek geçiriyoruz. Azaldıkça azalıyoruz ama bir türlü tükenemiyoruz. İşte bu tükenemediğimizden midir nedir, içimize içimize kapanan ve daraldıkça daralan biz bir türlü genişleyen de genişleyen büyüdükçe büyüyen evrene sığamıyoruz. Hemde kendimizi ufacık hissetmemize rağmen. Bizi içine alamıyormuş gibi, sanki kendimize yetecek yerimiz yokmuş hiç gibi hissediyoruz. Şunu bilmiyoruz ki, biz evrene sığıyoruz ama içimizi içimize sığdıramıyoruz. Her şey öylesine birikmiş ki içimizde bir yerlerde aldığımız nefese bile her kalmıyor bazen içimizde. Ondan aniden nefessiz kalışlarımız, ondan bu durup durup derin nefesler almalarımız. Ne zor sadece sığacak bir insan bedenine sahip olmak ama denizler kadar büyük hisler taşımak.

Hafif yağmurun çiselediği bu yazdan kalma bir sıcaklığı barındıran sonbahar sabahında bir yanımda Soo diğer yanımda Sehun'umla ıslak sokaklardan acele etmeden yürüyorum. Gri bulutların gökyüzünde kol gezdiği bu kasvetli sabah neden böylesine parlıyor bilmiyorum ama sanki gözlerim kamaşıyormuş gibi hissediyorum.

Düşük omuzlarım bildiğim ve bilmediğim sıkıntılar yüzünden yine yerçekimini yenilmiş durumdalar, saçlarım ıslak ve gözlerim yine dalgın yani kısaca diğer günlerden hiçbir farkı yok bu sabahın, benimde diğer günlerdeki benden hiç farkım yok.

Aynı hissizliği taşıyorum omuzlarımda. Artık hissetmiyormuş gibiyim sanki, bana öyle geliyor bazen. Hissetmek için fazla cansızmışım gibi. Ama madem hissiz ve böyle bitiğim, ne diye bu sabah böylesine parlak?

Gerçekten delirmek işten olmazdı eğer çoktan delirmiş olmasaydım.

İnsan nasıl kendi içinde bile bir kez olsun tutarlı olmazdı? Şimdi pek de hoş olmayan durumlardaki hasarını kontrol etmek için en yakın arkadaşımın yanına giderken diğer en yakın arkadaşımla bu sabahın neden parladığını kendime çok sordum, ama tabi bir cevap alamadım.

İnsan içindeki tepkisizliğe alışınca hiç yadırgamıyor bu durumu hatta bir gün içimdeki bir soruya içimden bir cevap gelse işte o zaman şaşırdım sanırım.

Yanından geçerken bizim sokağın yakınındaki parkın, Soo'nun gözü yine parka takılıyor. Onunla tanıştığımız parka, onunla gülüştüğümüz parka ve onun için hayati anıların birkaçının daha sonsuzluğa karıştığı parka.

"Onu özledin değil mi Soo?" Parktan gözlerini ayırıp bana bakıyor. Gülümsemek için kendini zorlamıyor, saçları da dağınık zaten, keyfi öyle bozuk bu şemsiyesiz yağmurda yürüdüğümüz sabahta.

"Onu özlemediğim bir an bile yok." diyor.

"Güzel şey olmalı özlemek, babanı."

"Ağır ama güzel. Güzel ama pek de faydalı değil, kalbe."

"Güzel olan şeylerin bir bedeli vardır ya her zaman onun gibi bir şey mi? Güzel bir şey vardır ama katlanmak gerekir ya bazı şeylere onun gibi mi? Yoksa başka bir şey gibi mi?"

"Ödenmesi gereken bir ağırlık gibi sanki. Güzel olan şeylere karşın yapılan fedakarlık gibi. Babamı özlüyorum ama ona olan sevgim katlanabilmemi sağlıyor bu duruma. Hem bir gün yeniden buluşacağız onunla biliyorum. Demiştin ya hani, sonsuzluk sonsuzluktur. Koskoca sonsuzlukta yine bir yerlerde birlikte olmamız mümkün gözüküyor gözüme, her geçen gün biraz daha mümkün hatta. Mutlaka bir gün yeniden Yixing, belki başka bir dünyada ama kesinlikle bir gün karşılaşacağım babamla, hemde o sefer daha iyi davranacağım ona. Çok daha iyi. Çok daha fazla seveceğim onu o zaman."

Tüm Kaçışlar Kendindendir  "hunlayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin