MULTİMEDİA: Bizimkiler
ŞARKI: yedinci ev - sevsene beni
15.Bölüm/ "Biride çıkıp demiyor ki kırmızı mercimek neden turuncu?"
🌈
Karşımda dikilmiş, pişkince sırıtan Bartu'ya şaşkınlıkla bakarken akrep ve yelkovan geceyi ihtilal ediyor, hızla ilerliyordu. Gözlerimiz birbirinden ayrılmazken binanın içindeki ölüm sessizliği vücudumun daha fazla ürpermesini, tüylerimin diken diken olmasını sağlıyordu. Aralıklı duran dudaklarımdan dışarıya çıkan buğulu nefes sıcacıktı.
Kaç dakika orada öyle hareketsizce bekledik bilmiyorum ama Bartu sonunda sıkılmış olacak ki göz devirerek beni hafifçe kenara ittirmiş ve içeriye girmişti. Kaşlarım çatık bir halde ona döndüğümde bakışlarımı umursamamış ve uzun, geniş hole göz gezdirmişti.
"Hayırdır?" dedim şaşkınlığımı sesime yansıtırken. Hesap sorar gibi konuşmuştum. Gecenin bilmem ne kör saatinde neden buraya gelmişti acaba bu sığır? Neden beni rahtasız ediyordu? Sinirlerimin tellerine konan güvercinlerle oynamaya nasıl cürret ediyordu?
SAKİN KALMALIYIM.
Sakin!
Bartu beyimiz pişkin sırıtışıyla "Bu gece misafirinim," dedi ve salona doğru yürümeye başladı.
Misafir?
Hani şu insanların istemediği halde evlerine gelip oturan, hatta yatıya kalan insancıklar? İstenmeyen listesinin bir numaralı arananları, o meşhur komşu çocukları...
Komşu çocuğu diye içimden geçirirken bile bir tiksinti gelmişti bana.
Yok götümün misafiri. Defolsun gitsin!
"Kimden izin aldın?" diye bağırdım minik bedenimin getirdiği güçle, demir kapıyla kapışırken. Zor bela kapatabilmiştim kapıyı.
Buradan ithalat firmalarının kulaklarını çınlatmak istiyorum. Lütfen şu kapıları daha hafif, daha bir açılabilir yapın canım. Biz de minnak bir şeyiz sonuçta. Uğraş dur sonra.
"Kendi kendime izin verdim." Salondan doğru yankılan sesi sinirlerimi iyice bozarken bir de bilmiş bir edayla konuşması bunun üzerine tuz serpmiş, tadından yenilmez bir hale getirmişti.
"Çıldırtma beni çocuk," diye bağırdım salondan içeriye dalarken.
Koltuğa boylu boyunca yayılmış, ayaklarını orta sehpanın üzerine uzatmıştı. İçimdeki sinir hücrelerini oradan oraya zıplatmak için yeterliydi bu çocuk. Yanında kesinlikle sakın kalamıyordunuz. Fiziken olmasa bile ruhen spor yapıyordunuz.
Rahatlığa bak, çıvdırıyorum.
"Sen napıyon ya, napıyon sen?" dedim sorgularcasına, tüm kaba gücümle bağırarak, bir elimi havaya kaldırıp öne doğru uzatırken. Sinirden vücudumun ısısı artmıştı. Cayır cayır yanıyordum. Tarhana çorbası rahat pişirilirdi üzerimde. Kendisini de hiç sevmem zaten.
Çoğu zaman olduğu gibi konuşmamayı tercih etmiş ve ceketinin cebinden telefonunu çıkararak onunla ilgilenmeye başlamıştı.
Senin ben o telefonunun var ya! O telefonunu alır hamam böceklerine çerez niyetine yediririm ben.
Fazla sinir cilde zarar Karaca, sen az sinir ol ondan dolayı Karaca. Şuan kesinlikle onu öldürmek istemiyorsun Karaca. Tırnaklarını boğazına batırıp onu vahşi bir şekilde öldürmeyeceksin Karaca.
"Defol git evimden," diye bağırdım, karşısında tüm kararlılığımla dikilirken.
Telefonundan bakışlarını çekip usulca bana doğrulturken havam sönmedi değil hani. İfadesizce bakan gözleri göz bebeklerimin içine işlerken, alay edercesine kaşlarını havaya kaldırmış ve 'yok ya' dercesine uyuz bir biçimde gülümsemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AŞK OLSUN
Umorismo- Bir lise hikayesidir - Birbirlerini deniz kenarında dinazor kovalar gibi kovalayan düşünceler, ilginç fikirler. Okul zaten toptan deli. Müdürümüz türk filmlerine merak sarmış, tüm gün boyunca çay ve susamlı kurabiye yiyerek film izlemeye bayılıy...