BTS - Butterfly
Okulun kapısından içeri girerken her zamankinden daha özgüvenli hissediyordum kendimi. Dün Fırat'la olan diyaloğumuzda ona bir şeyleri anlatmaya çalışmıştım, ama o anlatmak istediklerim dışında olanları anlamıştı. Bu beni daha çok mutlu etmişti, çünkü o ne kadar yanlış yollara saparsa doğruya o kadar geç ulaşırdı. Bu da bana zaman kazandırırdı.
Geçen hafta Meyra ile AVM'deyken Fırat'ı, Nihal denen kızla görmüştüm. Kızın masanın üstündeki elini tutmuştu ve ona gülümsüyordu. Hem de hiçbir hayalimde göremediğim kadar güzel...
Bu görüntü kanıma damlatılan son zehir olmuştu. Ben de bir karar vermiştim. Kendi zehrimde aşkımı boğmak yerine aşkıma can verecektim. Kana susuz bir vampirin, zehrine bağlı yaşadığı, zehri olmadan bin parçaya bölüneceği gibi.
Ben de Fırat'a susuz zehrimin, iştahını açacak hamlelerle dersini verecektim. O, bu dersi çoktan hak etmişti.
Her zamanki bankta oturmuş etrafındakileri izliyordu. Melike yanında oturmuş ağzının içine bakıyordu ama Fırat'ın umrunda değildi.
Çevrede gezen güneş gözleri beni bulunca göz göze geldik bir an. İçimden sarsıcı bir ürperdi geçti ama elimden geldiğince soğuk kanlılığımı koruyup boş gözlerle ona baktım. Yine de çok fazla dayanamayıp gözlerimi kaçırdım ve binanın kapısından içeriye adımımı attım.
Merdivenleri yavaş adımlarla çıkıp sınıfımın olduğu kata geldim. Sınıfa doğru ilerlerken birinin arkamdan adımı seslendiğini duydum.
"Selin!"
Arkamı döndüğümde, yine o dalga geçen sıfatıyla karşılaşacağımı sansam da öyle değildi. Güneş gözlümle aynı sınıfı paylaşıp, onunla arkadaş olması tek sempatimi kazandığı yönüydü galiba.
"Ne var yine Alp?"
Ellerini iki yana açıp omuzlarını silkti. Dudağını öne doğru uzatmış, daha da çirkinleşmişti. Derin bir nefesi dışarı bıraktım. Bu çocuktan iyice sıkılmıştım.
"Ne istiyorsun?"
"Yalnızca birkaç dakika konuşmak istiyorum, bu kadar."
Kaşlarımı hayretle havaya kaldırdım. Benimle dalga geçmek dışında hiçbir şey için ağzını açmayan çocuk, benimle ne gibi bir konu hakkında konuşmak ister diye düşünüyordum. Sonuç ise yoktu.
"Ne konuşacakmışsın benimle?"
Ellerini cebine sokup bana doğru bir adım attı.
"Çantanı bırak da gel. Arka bahçede bekliyorum."
Arkasını dönüp koridorda ilerledi ve merdivenden inmeye başladı. Ne diyeceğini merak ediyordum. Eğer dalga geçecekse, buna zaten alışkındım ama onun dışında söyleyeceği herhangi bir şey aklıma gelmediği için hemen çantamı sırama fırlatıp, arka bahçeye ilerlemeye başladım. Meyra henüz gelmemişti.
Binadan çıkınca büyük bir güçle Fırat'ın olduğu tarafa bakmadan arka bahçeye yürüdüm. Alp duvar dibindeki banka oturmuş kafasını arkasındaki duvara yaslamış ve gözlerini kapatmıştı. Uzun bir boynu vardı. Dalgalı saçları ve kahverengi gözleri... Meyra, benimle dalga geçmese onu sevebileceğini söylerdi hep. Belki arkadaş çevresinde iyiydi ama bana karşı olan ön yargısı ve fiziksel yargıları ondan gıcık almam için yeterliydi, artardı bile.
Yanına gelip başında dikildim ve kollarımı göğsümde bağladım.
"De, ne diyeceksen."
Gözlerini aralayıp dik bir konuma gelerek oturdu. Dikkatli baktığımda gözlerinin kızardığını gördüm. Yanındaki boşluğu kafasıyla gösterdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞİŞKO MESAJLAR
Short StoryKilosu fazla olduğu için cesareti olmayan minnak Selin müthiş zekasıyla sevdiği beyin anonimi olmaya karar verir. E olay da ordan başlar zaten...