Güneş, ateşten huzmelerini yağmur damlaları gibi indirirken Kanaeki'nin verimsiz topraklarına; sarayın önündeki büyük meydandan kılıç sesleri yükseliyordu. Baekhyun meydanı en iyi görebileceği yere (odasındaki geniş balkon) oturmuş, iki adamın güneş doğduğundan beri bitmek bilmeyen talimlerini seyretmekteydi. Gözleri, yüzü terden yapış yapış olmuş abisine takıldı. Jongin elindeki kılıcı Sehun'a beceriksiz bir hareketle savuruyor, Sehun'sa çevik bir hamleyle genç adamı geri püskürtmeyi başarıyordu. Durum saatlerce böyle devam etti. Jongin'in o an ne kadar derbeder bir halde olduğunu görmek işten bile değildi. Komşu ülkenin kralının düzenlediği davete katıldığından beri daha hırslı, yorgun, öfkeli ve dikkatsiz biri olmuştu. Kimi zaman bu ülkeden nefret ettiğini söyleyen küfürler savurup sarayda kırılmadık heykel bırakmıyor, kimi zaman amansız bir hastalığa yakalanmış gibi tüm günü yatakta geçiriyor, kimi zamansa kral olacağını, herkese kendini kanıtlayacağını anlatan bir şeyler zırvalayıp saatlerce talim yapıyordu. Günü gününü tutmuyordu anlayacağınız. Üstelik kuraklık sebebiyle ülkede yaşanan kıtlık, halkın çıkardığı isyanlar, komşu ülkelerin onunla alay ettiğini söyleyen dedikodular da işin tuzu biberi oluyordu. Baekhyun tüm bunların arasında sıkışıp kalmış abisi için endişeliydi.
"Baek?" Genç adam duyduğu sesle hafif bir huzursuzluk yaşayıp yüzüne sahte bir tebessüm yerleştirerek kendisine seslenen kıza döndü.
"Ah, Prenses Cho Hee! Sizi burada görmek ne güzel." Genç kız kibar bir gülüş atıp bakışlarını meydanda talim yapan nişanlısına çevirdi.
"Düğünü konuşmak için gelmiştim, lakin biraz meşgul sanırım." Baek içinden 'bir sen eksiktin...' diye söylenip Cho Hee'ye döndü.
"Evet, öyle. Bugün onun için çok yorucuydu o yüzden düğünü son-"
"Sorun değil, hayatım." dedi genç kız elini Baekhyun'a doğru sallayarak. "Onu çağırması için birini yolladım bile. Birazdan gelir. Ben de o zamana kadar burada bekleyeceğim."
Baekhyun içinden bir kez daha lanet okuduğu sırada kılıç sesleri kesildi ve Jongin, başını kaldırıp nişanlısına baktı. Şakaklarından akan terleri ve hızla inip kalkan göğsünü görmezden gelerek genç kıza yorgun bir gülümsemeyle bakmayı sürdürdü. Bu bakış öyle uzun ve derindi ki Baekhyun bir kez daha bu kızdan iğrenmekten vazgeçti. Her ne kadar bu şımarık kız, Jongin'in sevgisini hak etmiyor da olsa bir şekilde abisine iyi geliyordu. Jongin kısa zaman içinde duş alıp onların yanına gelene kadar Baekhyun'un tüm düşündüğüyse bu işin nasıl sonlanacağıydı.
Kim Jongin büyük bir tehlikenin içine doğru adım adım ilerliyorken Cho Hee'yse yaşamına uyarladığı bir masal dünyasında yaşıyordu. Abisinin yakın zamanda onu bekleyen savaş için hünerli askerler seçmeye harcadığı vakti kız o gün ne giyeceğini düşünmeye harcıyordu. Zaten Jongin'in başında yeteri kadar dert varken bir de neden bu kız olmak zorundaydı?!
"Sevgilim..." Jongin hissettiği yorgunluğa rağmen gülümseyerek nişanlısına baktığında kız Baek'in yanından ayrılıp hızlı adımlarla genç adamın yanına vardı ve kendini onun kollarında buldu.
"Seni özledim." diye mırıldandı genç kız, "Neden hiç gelmedin yanıma?"
"Meşguldüm. Biliyorsun, yakında taç giyme töreni yapıla-"
"Ah, boş ver. Sen ve işlerin..." Baek bir kez daha kızdan nefret etmemek için kendini zorlarken neden bu ikisini izlemeye devam ettiğini düşündü, ancak kalması gerekiyormuş gibi hissediyordu. Hem zaten çifte kumruların onu pek bir önemsediği de yoktu. "Söylesene, düğün günümüzde de gecikmeyeceksin, değil mi?" Genç kız başını Jongin'in omzundan kaldırıp yüzünü ona çevirerek sorduğunda Jongin'in yüzündeki tebessüm yavaş yavaş soldu ve kıza endişeli bir bakış attı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
a n é m o n e
FanfictionÜlkesini canı pahasına korumaya and içmiş Kanaeki kralı, Kim Jongin. Acımasız, güç düşkünü ve bir o kadar da kudretli Kayra kralının biricik prensesi, Choi Aera. Taht savaşları arasına sıkışıp kalmış çocukluk aşkları, kanlı oyunlar, gizli arzular...